60’LAR AVRUPA SİNEMASI

Le feu follet (1963, Louis Malle)

”Beni öyle çok sevsinler ki, ben de onları sevebileyim istedim.”

Epey acı bir farkındalıktır aslında, acıların en büyüğüdür. İnsanı yaşamın içinde tutan değerleri yitirmek; daha doğrusu aşklar, sevgililer, tutkular, gençlik, kısaca her şeyin yıllarca süren bir oyalamaca olduğunun farkına varmak, geçiciliğini kabullenmek. Sahi, o zaman neydi hayatı katlanılabilir kılan? Sorguluyor Alain. Artık her tarafına bayağılık sinmiş hayatlardan bir yenisine başlamak istemiyor. Bu yüzden tutunamıyor ve yabancılaşıyor herkese, her şeye. Güneşten rahatsız olduğu için gölgelere sığınıyor. Peki ne olacak? En nihayetinde bir tutunamayana görkemli bir son yakışır. Louis Malle, artık yaşamak için atmayan bu kalbi şevkatli bir şekilde uğurluyor. Anlaşılmak gibi delice bir özleme kapılan bu adamı tıpkı Oğuz Atay’ın Selim Işık’ı gibi sevebilmemizi istiyor. Onu hayatta tutamadık, bari sevebilelim.

Diğer Yazılar: Metin Kaçar
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir