Altın Portakal En İyi Yönetmen Ödülü sahibi Seren Yüce’nin büyük ilgi gören ilk filmi Çoğunluk’tan altı sene sonra tekrar yönetmen koltuğuna oturduğu ikinci filmi Rüzgârda Salınan Nilüfer, üst-orta sınıfı tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. 2016’da vizyona giren Almanya-Türkiye ortak yapımı filmde, Songül Öden, Tolga Tekin, Tülay Günal, Eraslan Sağlam, Serkan Keskin, Esme Madra gibi ünlü isimler de yer almakta.
İlk filmi Çoğunluk’ta muhafazakâr orta sınıfın gündelik yaşamını izlerken, bu kez Rüzgârda Salınan Nilüfer ile üst-orta sınıfın gündelik yaşamlarını gözlemleme olanağı buluyoruz. Çoğunluk’taki daha karanlık atmosferin aksine perdede daha elit semtler, daha gösterişli hayatlar olsa da yine bizi pek de mutlu karakterler beklemiyor. Ne yapmak istediğini bilmeyen karakterlerini ve onların iletişimsizliğini her karesinde hissettiğimiz filmde, yine oldukça realist tasvirlerle karşılaşıyoruz. Seren Yüce’nin her iki filminde de karakterler sanki hepimizin tanıdığı kişilermişçesine gerçekçi. Replikler her gün bir şekilde çevremizdeki herhangi birinden işitebileceğimiz kadar doğal. Bir filmden çok hayatın içinden bir belgeselmişçesine çekilen filmlerinde, iyi bir gözlem yeteneği sayesinde hayatın tüm gerçekliğini yüzümüze çarpıyor.
Filmin merkezinde yer alan iki aile var. Handan (Songül Öden) ve Korhan (Tolga Tekin) üst-orta düzey bir sınıfa mensup. Hatta yüksek tabakadan demek de pek yanlış olmaz. Korhan’ın iyi bir işi var. İstanbul’un elit bir semtinde, oldukça güzel bir evde yaşayan bu çiftin bir de küçük kızları Aleyna ile tanışıyoruz. Fakat, onu tanımak pek de kolay değil. Günümüzün teknoloji bağımlısı çocuklarından biri olan Aleyna, neredeyse üç kelimeden fazla konuşmuyor. Elinden iPad’i, telefonu hiç düşmeyen çocuklardan. Hatta, annesinin bir sahnede fazla yemek yemediğini söylemesinden anladığımız Aleyna’nın yine günümüzün en büyük sorunlarından biri olan ‘güzellik algısı’ndan mustarip olduğunu görüyoruz. Handan ise, bence filmin asıl odak noktası olarak karşımıza çıkıyor. Songül Öden’in yine oldukça başarılı performansıyla hayat verdiği Handan, o kocaman evine sıkışıp kalmış hem eşiyle hem de kızıyla sağlıklı bir iletişim kuramayan, büyük bir arayış içinde olan bir kadın. Neredeyse her şeyi denemek isteyip, neye elini atsa bir sonuca varamayanlardan. Belki de Korhan’ın da Handan’ın bir şeyler başarabileceğine dair bir inancı olmadığından, Handan kendine doğru bir uğraş için gereken çaba ve isteği bulmakta zorluk çekiyor diyebiliriz. Filmin başında Handan’ın hep bir kafe açma fikri olduğunu görüyoruz. Israrla her gün bir şekilde konuyu oraya getirip hatırlatsa da Korhan pek dikkate almıyor ve Handan’ın bir şeyleri başarabileceğine daha en başından inanmıyor. Fakat, yakın bir erkek arkadaşından aynı fikri duyduğunda ise daha sıcak yaklaşıyor. Toplumumuzda oldukça sık gözlemleyebileceğimiz bu manzara, bize zaten hiç yabancı gelmiyor. Her ne kadar modern hayatları izliyor olsak bile, ataerkillik her an orada ve bize bir köşeden kendini gösteriyor.
Fakat, Handan da bu konumundan şikayetçi mi bilinmez, yaptığı her işte kocasının fikrini almaktan, her şeyi ilk ona sormaktan geri kalmıyor. İçten içe kendini değersiz hissetse de hiçbir şey ile tam olarak ilgilenmeyen bir ev hanımından ileri gitmiyor olsa da bu konumunu bir o kadar benimsemiş…
Korhan ise, işinde belli bir başarıya ulaşmış, zengin ve egolu bir adam. Daha filmin açılış sahnesiyle, Korhan’ın pek de güven vermeyen bir eş olduğunu hemen anlayabiliyoruz. Cinsel problemleri olan, gözü dışarda biri. Film boyunca eşi ile herhangi bir cinsel yakınlaşmaları yok denecek kadar az, fakat maddi durumu ve statüsü sayesinde kadınları etkileyebileceğine inanıyor. Şermin gibi bir eş istiyor diyebiliriz, onun yaptığı işi övüyor hatta ilgisini de rahatsız edici bir boyutta belli ediyor. Fakat, bu durum Handan’ın yetersizliğinden ve bir işle uğraşmamasından ziyade Korhan’ın doyumsuzluğu ve çaresizliği gibi de duruyor.
Bir diğer çiftimiz Şermin (Tülay Günal) ve eşi Aykut (Eraslan Sağlam) ise, Korhan ve Handan çiftinden oldukça farklı. Daha orta sınıf bir aile fakat çok daha sağlıklı ve olgun bir aile yaşantısına tanıklık ediyoruz. Entelektüel bir çiftle tanışıyoruz. Şermin yazdığı kitabıyla belli bir tanınırlık seviyesine ulaşmış, kendi ayakları üzerinde durabilen, çok daha güçlü bir kadın. Korhan ve Handan kadar tanıma olanağımız olmasa da nasıl bir hayatları olduğunu tahmin edebiliyoruz. Şermin ne yapmak istediğini bilen bir kadın. Handan ise bir yandan kafe açma fikri varken, bir yandan da Şermin’e özenip bir kitap yazmak istiyor. Kitabı için bir fikri bile yok, neredeyse üç cümleden ileri gidemiyor. Handan sadece bir şeyler yapabileceğini kendine, eşine ve çevresine kanıtlamak ister gibi, fakat başaramayacağını da en başından bilip kabullenmiş diyebiliriz.
Film yaklaşık iki saat boyunca, yavaş bir tempoda ilerliyor. Fazla bir aksiyon yok, filmin akışında büyük gelişmeler, kırılma noktaları ya da karakter değişimleri bizi beklemiyor. Fakat, seyirciye verilmek isteneni de anlıyoruz. Karakterleri belki Handan dışında çok derin bir şekilde tanıyamıyoruz. Hatta Handan’ın da içsel düşüncelerine yakından bakmak pek mümkün değil. Filmi izlerken aslında onlardan biri gibi oluyoruz. Karşımızdakini yeterince tanımıyoruz fakat aslında her şey bir o kadar da ortada. Her iki ailenin hayata bakışını, davranış biçimlerini, çocuklarına yaklaşım tarzından bile anlamak mümkün.
Sanırım filmdeki en sevdiğim replik, “Nilüfer rüzgârda salınmaz, nilüfer durgun suda yetişir.”
Aslında tüm filmi ve karakterleri özetler nitelikle bir cümle olmuş. Handan kitabını yazarken en ufak bir detayı bile araştırmadan yanlış yazmasıyla, içi boş hedeflerini gözler önüne sermiş oluyor. Nilüferden ziyade Handan ne yapacağını bilmez bir kafa karışıklığı ve çaresizlikle salınıyor. Hatta belki diğerleri de belki de hepimiz…