Tolga Karaçelik’in yeni filmi, absürd komedi aracılığıyla inanç sorgulaması üstüne iğneleyici bir yaklaşım ile seyircisinin karşısına geliyor. Kelebekler, toplumsal gerçekçiliğin absürdle olan karışımı olarak post modern bir izlek yaratır. Gerçekliğin fanteziye mağlubiyeti bu filmi daha izlenebilir kılar.
Filmin en can alıcı yeri ise; bilime ilgi duyan imamın dine şüpheci yaklaşan bir karaktere sahip olması olarak göze çarpıyor. Yağmur duasına karşı çıkması ise; köylülerin inançlarına karşı bir duruştur. İmam karakterinin şüpheci yaklaşımı; sadece dinin dogmatik özelliğine değil ahalinin her zaman inanmaya hazır olduğu batıl inançlarına bir darbedir. Bu darbe, din eliyle meşru zemin oluşturulma çabasının bertaraf edilmesidir. Pek tabii olarak imamın delirdiği düşünülür. İmamın kendini yanlışlar bir şekilde davranması aslında bir nevi karşı duruştur. İmam karakterinin işlevi fantezi dünyasına taşınmıştır ancak yine de imam, inanç sorgulamasının kalbinde durur. Karakterin fantezi dünyasına taşınmasının, karakterin yarattığı toplumsal infiali ve filmin diyejetik dünyasındaki yerini geçersiz kılmaz, aksine altını çizer.
İnancın absürdle olan birlikteliğinden doğan bu fantezi dünyası, gerçek dünyanın içine sızarak bir toplum eleştirisi olarak karşımıza çıkar. Bu doğumu, David Lynch’in Eraserhead filmindeki uzaylı bebeğin doğumuna benzetmek yerinde olacaktır. Bu doğum gayet tabii görünür. Bu bebeğin de bir insan muamelesi görmesi çok normaldir. İmam karakterinin kendinden şüphe etmesi, kelebeklerin birdenbire ortaya çıkışı kadar normaldir. Bu normallik, aynı zamanda gerçeğin içine yerleşmiş fantezi dünyasının hegemonyası sayesinde normalleşir. Niye hegemonya halinde olan fantezi dünyasıdır diye sorulursa, gerçek olan diyejetik dünyanın direksiyonunu fantezi üstlenir. Örnegin; kuşları patlatır, kelebekleri birdenbire ortaya çıkartır. Köylüler yağmur duası için toplantı düzenler. Etrafta gerçeği büyüteçle arayıp bulmak gerekir. Gerçeğin hegemonyası, fantezi dünyasına yenilir. Gerçek sadece bir manzaradan ibarettir. Bu ikili ilişkinin kazananı absürdlüğü de yanına katan fantezi olur.
Gerçeğin hegemonyasını yitirip teslim alınması sadece filmin komik ögelerini öne çıkarmaz aynı zamanda toplumsal gerçekçiliğin hüküm sürdüğü bu coğrafyaya da ait birtakım iç kırılımlar gerçekleştirir. Yoksulluğun, geçim derdinin, hayat şartlarının altında ezilen köylü simgesi yok edilmiştir. Tavukların patlaması, tavuk beslemenin bir geçim ve besin kaynağı olması değerini zihinlerden siler. Yağmur duasına çıkılması, kuraklık derdini zihinlerden çıkarır. Seyirciye yabancılaşan bu dertler, filmi toplumsal gerçekçi bağlamından koparır.
Kısaca; Kelebekler’i öncüllerinden ayıran absürd ile inancın birlikteliği, fantezinin ortaya çıkarılması, gerçeğin iç kırılımlarla birlikte bir manzara olarak kalmasıyla tam bir sinema evreni kadraja sığar.