Kara Gün

İnsanların haklarını savunmak için yaptıkları direniş ile insanların çıkarları için masum insanları dahi katletmeyi göze aldıkları terör sık sık karıştırılan iki kavram oldu son zamanlarda. Ancak unutulmamalıdır ki haklı mücadeleyi terörist eylem olarak nitelemekle terörü normalleştirmek aynı derecede sakıncalı sonuçlar doğurur. Nasıl ki ülkemizde Gezi Parkı direnişi terörist bir eylem olarak yaftalanmaya çalışılmışsa ilk ortaya çıktığı zamanlarda Işid’in yarattığı terör de tam tersine normalleştirilmeye çalışıldı. Ancak ne yazık ki acı tecrübelerle gerçekler ortaya çıktı. Aynı şekilde Avrupa ve Amerika da Işid terörüne maruz kalmak zorunda kaldı. Boston koşusu sırasında yapılan terörist eylem de maalesef bunlardan bir tanesi oldu.

Bizler, her yeni gün vaadedilen “terör bitecek” laflarına rağmen terörün her türlüsünü normalleştirmişken, Amerika başta sinema endüstrisini kullanarak Amerika’ya zarar verebilecek her türlü eylemi, olayı, felaketi dünyaya duyurmayı başarıyor. Kara Gün filmi de Boston’da yaşanan terörün nasıl gerçekleştiğini, kimlerin yaptığını ve nasıl yakalandıklarını anlatıyor. Kameranın doğru kullanımı, mekanın ambiyansının başarılı şekilde oluşturulması ile birlikte ölenleri hiç göstermeden, yaralananların kanlı görüntülerini ise çok az göstererek ama buna rağmen acıyı dolu dolu hissettirerek süresinin sonuna kadar merak uyandıran bir film.

Tabi burada da göze batan bazı durumlar olduğunu belirtmek gerek. Hem belgesel havasında çekilen bir film yapıp hem de gerçekte olmayan bir karakteri olaya dahil ederek algıları değiştirmeye çalışmaları soru işaretleri oluşturuyor. Boston valisinden olayı yöneten federal ajana, bacaklarını kaybeden gencecik çiftten, arabasıyla birlikte kaçırılan Asya Amerikalıya kadar her şeyin gerçeğine uygun yapıldığı gösterilmeye çalışılıp bir yandan da var olmayan Tommy Saunders adlı bir polis üzerinden sevgi, birlik, beraberlik mesajları verilme çabası neden? Komplo teorilerini seven, hele söz konusu Amerika ise daha da ilgi duyan bizler her şeyden farklı anlamlar çıkarmaya hazırken Boston halkının cesaretini, sevgi dolu kalplerini göstermek için uydurulan bu karakter nereden çıktı? Elbette ki bu az önce de söylediğim gibi işin komplo teorisi kısmı. Sinemasal anlamda, olayı en yakından takip eden ve işin içinde olan bir karakterin varlığının zorunluluğuyla açıklanabilir Tommy Saunders’in filmdeki rolü. Ancak daha önce benzer Amerikan filmlerinde çok kez karşılaştığımız gibi (örneğin gerçekte tam bir fiyasko yaşansa da Argo’da olayı bir kahramanlık hikayesine döndürmeleri ya da Zero Dark Thirty filminde Bin Ladin’in ölümünü anlatırken olaya katılan absürd duygusal sebepler gibi) Amerika’yı yücelten senaryolar nedeniyle bu tarz yapımlara ön yargılı olmamak elde değil. Üstelik filmin bir yerinde kullanılan repliği düşününce kafaların iyiden iyiye karışması normal. Boston Maratonu’ndaki patlamayı gerçekleştiren teröristin “11 Eylül’ü biz yapmadık, hükümet kendisi yaptı” diye isyan ederek bu patlamanın gerçek bir eylem diğerinin yalan olduğunu savunmasının altında yatan gerçek neden ne? Bush yönetiminin 11 Eylül patlamalarını yaptırdığına dair teoriler tüm dünyada konuşulurken senaristler biz de bu gerçeğin farkındayız mı demek istiyorlar yoksa ne söylediğini bilmeyen bir terörist algısı yaratarak bu teoriyi çürütmeye mi çalışıyorlar orası muamma.

Filmi, siyasi olayları bir kenara bırakarak incelemeye devam edelim. Az önce de belirttiğim gibi film belgesel havasında ilerliyor. Patlama anını birebir oluşturup araya katılan gerçek görüntülerle de izleyenlerin acıma duygularını yakalamayı başarıyor. Film, ilk anlarında patlama olayını anlatıp kalan dakikalarda teröristlerin yakalanmasına odaklanarak da aksiyonu ve dolayısıyla izlenebilirliği arttırıyor. Oyuncu kadrosunun filmin tempolu gidişatına etkisi büyük. Mark Wahlberg, John Goodman, J.K. Simmons, Kevin Bacon gibi tecrübeli oyunculara sahip Kara Gün filmi ilgi çeken konusu ve zengin kadrosuyla izlenebilir bir yapım. Ancak emsalleri gibi bir süre sonra unutulmaya mahkum. Kara Gün filmini bir kez izleyenlerin beğenebileceğini ancak ikinci kez kimsenin izlemek istemeyeceğini düşünüyorum.

Diğer Yazılar: Ahmet B.
Başkalarının Hayatı
Almanya son yüzyılda iki dünya savaşıyla, bir diktatörle ve ikiye bölünme gibi...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir