Hiçbir zaman patlamayacak silahların durmadan gösterildiği bir film Kâğıttan Hayatlar…
Saygı, Behzat Ç gibi başarılı işlerden tanıdığımız Ercan Mehmet Erdem’in senaristliğini yaptığı Kâğıttan Hayatlar filmi benim için hayal kırıklığından öteye gidemedi. Yönetmenden değil senaristten söz etmek istiyorum çünkü filmin senaryo açısından çok fazla eksiği olduğuna inanıyorum. Özellikle 2021 yılında yaşadığımızı göz önünde bulundurduğumda bu tarz bir hikâyeye hepimizin fazlasıyla doyduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Başından sonu belli olan bir hikâyeyi, ters köşe finalle sonlandırmak filmin tek kusuru değil. İzleyici tam olarak filmin derdini anlayamıyor. En önemlisi bu. Kâğıt toplayan insanların zor yaşantısına mı odaklanmamız gerekiyor, yoksa sokak çocuğu olan bütün çocukların anneleri tarafından terk edildiği fikrine mi? Ki bence bu tarz bir söylem oldukça talihsiz bir seçim olmuş. Filmde karmakarışık şekilde seyirciye sunulan birçok kavram var. Hastalık, sevgi, arkadaşlık, yersiz yurtsuz olmak, hayal dünyasıyla gerçeği ayırt edememek… Maddeler uzar gider Kâğıttan Hayatlar filminde. ‘’Türk izleyicisine dram verin yeter!’’ düşüncesinden acilen kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum.
Filmdeki dram, ayağı yere sağlam basan bir duyguya karşılık gelmediği için filme yabancı kalıyor izleyici. Çağatay Ulusoy’un başarılı oyunculuğu yer yer tekrara düşse de filmi götüren onun karakteri oluyor. Kâğıt toplayanların patronunu canlandıran Mehmet, bir gün Gonzales’in kâğıt arabasının içinden bir çocuğun çıkmasıyla hayatını değiştirecek bir dönemece girer. Çocuğun üvey babası tarafından sürekli şiddet gördüğünü, annesinin de çaresizlikten onu kendi elleriyle bu kâğıt arabasına koyduğunu öğrenir. Film bu eksende zikzaklar çizerek ilerlemeye başlıyor. İlk yarı ikinci yarıya oranla daha derli toplu bir anlatı sunuyor. Fakat nereye varacağı belli olmayan ve hiçbir amaca hizmet etmeyen diyaloglar bir noktadan sonra sıkmaya başlıyor. İzleyici de yönünü bulmakta zorlanıyor. Mehmet’in hastalığı sebebiyle not defterine yazdığı ‘üstü açık arabaya bin!’ maddesi, muazzam bir kafa karışıklığına sebep oluyor. Filmin ilk sahnesinde gördüğümüz, üstü açık arabada Mehmet’e yoldan çekilmesini söyleyen zengin kişiyle bir bağlantı kurulacağı düşünülüyor fakat üstü açık araba aslında kâğıt topladıkları arabaya bir atıfmış. Pek tabii ki ilk sahnede görünen arabayla bir bağlantı kurmak zorunda değil film. Fakat yine de Antov Çehov’un şu sözünü aklına getirmeden edemiyor insan: “Eğer ilk bölümde ‘duvarda bir tüfek asılı’ diyorsanız ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır. Eğer ateşlenmeyecekse o silah, orada asılı olmamalıdır.” Hiçbir zaman patlamayacak silahların durmadan gösterildiği bir film Kâğıttan Hayatlar…
Filmle ilgili başlangıçtaki heyecanım, kâğıt toplayan insanların hayatlarına odaklanacağımı düşünmekti. Nasıl hayatlar yaşıyorlar, iç dünyalarında neler oluyor, zorlandıkları, değişmesini bekledikleri yaşam şartları neler gibi soruların yanıtlarını biraz olsun bulabilmek, uzak gördüğümüz kişilerin hayatına ayna tutan, onlarla bağ kuran bir anlatıya sahip olurdu. Bir farkındalık yaratırdı. Bunları yapmaması yetmiyormuş gibi bir de ne anlatmak istediği belli olmayan bir karmaşaya sürükleniyor film. Kimi ne için suçluyor tam olarak anlaşılmıyor. Plot Twist tekniğiyle bitirilmek istenen film, seyirciyle dalga geçen bir tarza dönüşüyor. Yeni ev sahibi olan kadının ‘’Mehmet Ali yeter!’’ dediği sekans zaten her şeyi muazzam bir şekilde açıklıyor. Son sahneye kadar sürprizi tahmin etmeyen izleyici de durumun ne olduğunu, Mehmet ile Ali’nin aynı kişi olduğunu öğreniyor. Mehmet de flashbackler sayesinde durumu kavrıyor. Hiçbir şey anlaşılmıyor gibi düşünülerek izleyiciye cümlelerle yeniden bütün filmi anlatmak son sahnenin etkisini azaltmış benim bakış açıma göre. Çağatay Ulusoy gibi çalışkan bir oyuncuyla çok daha farklı bir şekilde işlenebilirdi çocukluğunu arayan karakter hikâyesi.
Senaryo ve teknik anlamda bolca kusura sahip olan Kâğıttan Hayatlar, sınıfta kalan bir yapım bana göre. Ulusal televizyon kanallarında bolca görmeye alışkın olduğumuz müzik eşliğinde ağlama sahneleri, karakterin iyi bir insan olduğunu vermek için mahallede yürürken herkese selam vermesi gibi detayların bir an önce sonlanmasını diliyorum. Umarım Netflix de daha farklı yapımlara imza atmak adına stratejisini değiştirir. Yoksa kaybedeceği şeyler kazandıklarından fazla olacak. Dijital platform denilince benim aklıma cesur işler geliyor. Sizce de dijital platformların çok daha yenilikçi, derdi sağlam işlere el vermesinin zamanı gelmedi mi?