BALKAN SİNEMASI: HAREKETLİ COĞRAFYADA KİMLİK ARAYIŞI

Before The Rain (1994)

Avrupa’nın Güneydoğu’sunda kültürel açıdan zengin, sosyo-ekonomik ve siyasal açıdan çalkantılı bir bölge olan Balkanlar, sinema alanında yetkin eserler çıkarmıştır. Yüzyıllar boyunca Bizans ve Osmanlı hakimiyetinde kalan, yaklaşık yarım asır komünizmle yönetilen, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından tarihin en kanlı savaşlarından biri olan Bosna Savaşı’nın getirdiği acılarla boğuşan Balkanlılar, bu tarihsel, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve politik süreçlerini sanatlarına da yansıtırlar. Dolayısıyla Balkan sinemasını anlamak için, o coğrafyanın yaşadığı süreçleri de anlamak büyük önem taşır.

Balkan filmleri, çoğunlukla onları çaresizce Batılı bir gezginin gözünden görülen nesneler olarak konumlandıran anlatı yapısını kabullenirler. Bu ‘seyahatname formu’ndaki filmlerde genel olarak Batılı bir kahramanın Balkanlar’a gitmesi, yerlilerle ve farklı deneyimlerle karşılaşması ve bu deneyimleri Batılı çıkış noktasına referanslarda bulunup dinamik bir biçimde değerlendirerek yaşaması ele alınır. Bu filmler, geleneksel olmayan ve zorlu bir konunun gündeme gelmesini sağlıyor gibi görünse de, hazır klişeler dahilinde Avrupa-merkezci bakışı sürdürürler.

1905 yılında Makedonyalı Manaki Kardeşler’in canlı görüntüleri kayda almalarından sonra gittikçe gelişen Balkan Sineması, en önemli eserlerini Yugoslavya İç Savaşı’ndan sonra verir. Savaş karşıtlığının toplumsal ve bireysel etkileri çeşitli yönetmenlerin bakış açısıyla dünyaya sunulur. En bilinen Balkan filmlerinden ‘’Before the Rain (1994)’’de Makedon yönetmen Milcho Manchevski, doğrusal bir çizgide ilerlemeyen ve iç içe geçen anlatı yapısını başarılı bir şekilde uygular ve filminin, ‘’kendilerini yutmak üzere olan büyük olaylarla yüz yüze gelen insanlarla ilgili’’ olduğunu vurgular. Yunan Sineması’nın en önemli temsilcisi sayılan Theo Angelopoulos başta olmak üzere, yönetmenler anlatının ucunu açık bırakarak geleneksel tarihçiliği aşmışlar ve önemli meselelere dikkat çekerek tarihin anlamını kendilerine göre yorumlamışlardır. Bu bağlamda Angelopoulos, üçlemelerinde Yunan tarihine ve mitolojisine yeni bir soluk getirmiştir. Bosnalı yönetmen Emir Kusturica, karanlık ve kahverengi tonlarda alışılmadık açılar kullanır. Altın Palmiye ödüllü ‘’Underground (1995)’’, elli yıllık bir süreci kapsayarak Balkanlardaki bugünkü şiddet atmosferini yorumlamak üzere çerçeve sunan tarihsel bir alegoridir. Renkli bir topluluk olan çingeneleri temsilen ise Fransa’da yaşayan Cezayir romanlarından Tony Gatlif gösterilebilir. Romanların hayatına odaklandığı Tony Gatlif filmlerinden başlıcası olan ‘’Gadjo Dilo (1997)’’, Romanyalı çingenelerin kültürleriyle, müzikleriyle ve ilişkileriyle bezenmiş bir portresini sunar.

Yazının devamında önerilen filmler, az bilinen ama Balkan temsili açısından önemli ve bölgeyi keşfetmek isteyen sinemaseverler için faydalı alternatiflerdir.

Alexis Zorbas (1964, Mihalis Kakoyannis)

Öyküyü anlatırken Batılı bir anlatıcının onayı ve bakış açısından yararlanılan Alexis Zorbas filmi, Nikos Kazancakis’in Zorba romanının uyarlamasıdır. İş için Batı’dan Girit’e gelen Basil ile sürekli dans eden, yaşadıklarından kendine has anlam çıkaran ve anı yaşayan Zorba arasındaki dostluk ve bölgedeki halkın panoraması temelde Batılı Basil’in gözünden aktarılır. İyi giyimli ve bakımlı Basil, zamanla Zorba’ya benzeyerek dönüşüm yaşar. Klasik Doğu mistisizminin yanında, diğer Balkan filmlerinden farklı olarak Hollywood olay örgüsünü barındıran Alexis Zorbas, sanat ve yardımcı kadın oyunculuk dallarında Oscar ödüllerini kazanmıştır. 

Alexis Zorbas (1964)

Ko To Tamo Peva (1980, Slobodan Sjan)

Balkan filmlerinin en samimi ve renkli örneklerinin başında Ko To Tamo Peva gelir. Türkçe çevirisi ‘’Kim Şarkı Söylüyor Orada?’’ olan film, Yugoslavya’nın her kesimini temsil eden karakterlerin varlığıyla alegorik hiciv tarzının çarpıcı bir sunumudur. Bükreş’e gitmek üzere eski bir minibüse binen bu karakterlerin, yolculukta başlarından geçen olaylar, 1941 Yugoslavya’sının bir portresini çizer. Yolculardan iki çingenenin, her koşulda akordeon çalıp şarkı söylemesi oldukça keyifli sahnelerin ortaya çıkmasını sağlar. Hüzün içinde tebessüm uyandıran, Balkan sinemasına özgü her detayı barındıran filmin senaristinin ise Emir Kusturica’nın yönettiği Underground filminin yetenekli senaristi Dusan Kovacevic olduğunu söylemekte yarar var.

Lamerica (1994, Gianni Amelio)

Arnavutluk’un komünizmin sona ermesiyle çok partili temsili demokrasiye geçmesinin hemen ardından çekilerek o dönemin açlık ve sefaletini realist bir tarzda yansıtan Lamerica filmi, neo-realizm akımının temsilcisi olan İtalyan yönetmen Gianni Amelio’ya aittir. Filmde, iki İtalyan’ın, Arnavutluk’un yoksul ve karmaşık ortamından yararlanmak için kendi pasaportlarının, etnik kimliklerinin ve itibarlarının gücüne güvenerek Arnavutları kullanmaları ama o kargaşa ortamına yenik düşmeleri anlatılır. Seyahatname formuyla Batılı kahramanların gözünden bir Balkan ülkesinin tasviri, yönetmen Batılı olmasına rağmen tarafsız bir biçimde yansıtılır. Çok sayıda figüranın bulunduğu filmde, yıkık bir toplumdaki yüksek suç oranına rağmen iyilik ve erdem dolu insanların varlığı da insanlığa dair umut tohumları eken bir portre çizer.

Lepa Sela Lepo Gore (1996, Srdan Dragovic)

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Sırp ve Boşnak olan iki çocukluk arkadaşının, savaş zamanı karşı karşıya gelmelerini temsiller üzerinden aktaran film, yakılan köyün ve insanların içler acısı durumunu gösterir. Bosna Savaşı’nın alışılmış gösterimlerinden sıyrılıp, Boşnakların Sırp birlikleri kıstırdığı tüneldeki sahnelerle ilgi çekici bir yapı ortaya çıkarken, küçük detaylarla göndermeler yapılması filmi öteye taşır. Bu detayları fark etmek, Bosna Savaşı ve Yugoslavya’nın dağılışı hakkında yeterli bir tarih bilgisine sahip olmayı gerektirebilir ancak film, dikkatleri toplayan bir kaliteye sahiptir. Film temelde her iki tarafın da hatalı ve kötü olduğunu vurgular. Boşnakların Sırplar tarafından toplu kıyımlarını bilmek, filmle empati kurmayı zorlaştırsa da filmin farklı bir bakış açısı sunması düşündürücü niteliktedir.

Welcome to Sarajevo (1997, Michael Winterbottom)

Saraybosna… Tüm tarihi ve doğal güzelliklerine rağmen savaşın etkisiyle acı çeken kozmopolit bir Balkan kenti… Gerçek bir öyküye dayanan Welcome to Sarajevo, katliamın hemen ardından çekildiği için Saraybosna’daki acı durumu tüm açıklığıyla gözler önüne serer. Savaş ortamını gösteren gerçek görüntülerin ve haber kesitlerinin kurguyla harmanlanarak verilmesi, güçlü bir anlatımı ortaya çıkararak Welcome to Sarajevo’nun adını savaşı en gerçekçi yansıtan filmler arasına yazdırır. Filmde; savaştan en çok etkilenen kesimin çocuklar olması, Bosnalı Müslümanların acımasızca katledilip işkence görmesi ve Batı’nın hiçbir yardımda bulunmayarak iki yüzlülüğünü ortaya koyması hazin bir atmosferle yansıtılırken insan olmanın erdemleri Batılı gazeteciler aracılığıyla aktarılmaya çalışılır. Filmde Amerikalı gazeteci Flynn rolünü canlandıran karakter, şu sözleriyle filmi özetlerken kendi ülkesine dair bir öz eleştiri de sunar: ‘’Amerikan halkı adına hava desteği gelmediği için özür dilemek isterim. Durum tersi olsa, yani Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor olsa çoktan bir şeyler yapmış olurduk.’’

Savrseni Krug (1997, Ademir Kenovic)

Bombardıman ve kurşunlar altındaki Saraybosna’yı en gerçekçi ve en hassas şekilde gösteren filmlerin başında gelen Savrseni Krug, ailesini Saraybosna dışına gönderen Hamza adındaki şairin, savaş ortamında yaşadıklarını anlatır. Sırpların Boşnak sivilleri acımasızca katlettiği ortamda, yıkık binaların arasında hayatta kalmaya çalışan, elektrik ve su olmayan harap haldeki evlerde mücadele eden ve şehirden kaçmayı tercih eden çaresiz insanlar yalın bir tarzla gösterilir. Asıl öyküde ise Hamza, harap olmuş evlerinde ailesini kaybetmiş iki erkek kardeşi saklanırken bulur ve aralarında dostluk başlar. Bu küçük çocukların sordukları büyük ve derinlikli sorular, insanı insanlığından utandıracak boyuttadır. Yönetmen Ademir Kenovic, savaşın acımasız yüzünü göze sokmadan anlatırken BM ve NATO’ya ufaktan bir eleştiri dokundurur. Bunca kötülüğün arasında vicdan, iyimserlik, alışma ve kabullenme imgelemleriyle oldukça etkileyici olan film, Cannes Film Festivali’nin François Chalais ödülü başta olmak üzere birçok uluslararası festivalde ödüller kazanmıştır.

Bure Baruta (1998, Goran Paskaljevic)

Film, savaşın ardından Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, savaşın etkisinde kalmış insanların yıpranmış ruhlarını sert bir biçimde aktarır. Birbirinden bağımsız kısa öykülerin kesişimi, şiddetin etkileri ve şiddetin sebep ve sonuçları üzerine temsiller sunar. Savaşın insanlarda bıraktığı tahribat, masum insanların bile yaşadıkları adaletsiz durumlara ve şiddete karşı kendilerini savunurken yine şiddete başvurmaları, adaletsizliğin içinde kendi adaletlerini yaratmaları, çürümüşlük, savaşın her şeyden önce insanın içine işlemişliği gibi unsurlar adeta soğuk su etkisi yaratır. ‘’Barut fıçısı’’ gibi patlamaya hazır insanlar, eril zihniyetin yıkıcılığı, tacize uğrayan kadınlar, işini kaybeden insanlar ve mültecilerin yaşadığı zorluklar gibi daha birçok tipolojik unsur Belgrad’ın karanlık ortamını kuşatır. Savaş sonrası Balkanlar’ı en vurucu şekilde temsil eden filmlerden olan Bure Baruta, Avrupa’nın birçok önemli festivallerinde yarışarak yediden fazla ödül kazanmıştır.

Filantropica (2002, Nae Caranfil)

Romanyalı yönetmen Nae Caranfil’in kara komedi türündeki Filantropica filmi, oldukça renkli, güldürürken düşündüren ve düşündürürken öğreten alışılmışın dışında bir Balkan filmi. Ekonomik durumu kötü olan bir öğretmenin dolandırıcılığa doğru aldığı yol, Romanya’nın sosyo-ekonomik durumu gözler önüne serilerek anlatılır. Orijinal ve yaratıcı senaryosu, hiç dinmeyen temposu, enfes görüntü yönetimi ve başarılı oyunculuklarıyla cazibeli olan film, zekice işlenen kara mizah unsurlarıyla da şaşırtıcı bir niteliğe sahip.

Snijeg (2008, Aida Begic)

Bosnalı kadın yönetmen Aida Begic’in ilk uzun metrajlı filmi olan Snijeg, Saraybosna soykırımının ardından eşlerini ve kardeşlerini kaybeden kadınların yaşadıklarını anlatıyor. Dış dünyadan tecrit edilmiş, küçük bir Saraybosna köyündeki kadınların, benimsedikleri yurtlarında kendi ayakları üstünde durmaları aktarılırken; topraklarını satın almak isteyen yabancı ülkelerin araya girişiyle sıkışmışlık hissi içinde ikilemde kalmaları, savaş sonrasındaki Saraybosna taşrasının bir portresidir. Cannes Film Festivali’nde gösterilen ve uluslararası alanda yirmiden fazla ödül kazanan Snijeg, Bosna Savaşı sonrası yapılan çok az sayıda filmlerden biri olarak az bilinen, önemli bir yapımdır.

Ustav Republike Hrvatske (2016, Rajko Grlic)

Son dönem Balkan filmlerinden olan Ustav Republike Hrvatske, bir apartmandaki farklı ırk, sınıf ve mesleklerdeki insanların hayatlarına odaklanır. Irksal gerilim, cinsel yönelim ve sınıfsal tahakküm gibi unsurların nefretten sevgi ve anlayışa dönüşmesi, yaşanılanlar çerçevesinde başarılı bir anlatımla sunulur. Ön yargıların kırılması, sevgi ve anlayışın sorunları çözmesi ve ‘’öteki’’likten sıyrılma gibi imgelemler öğretici bir nitelik taşır ve tüm gerçekliğiyle vicdanlara hitap eder. Durağan bir film olmasına rağmen empati duygusunu bir an bile söndürmeyen kurgu ve kusursuz senaryo aktarımı oldukça dikkat çekicidir.

Quo Vadis, Aida? (2020, Jasmila Zbanic)

Son dönemde dikkat çeken ve 2021 Oscar Akademi Ödülleri’ne En İyi Yabancı Film dalında aday gösterilen ‘’Quo Vadis, Aida?’’, tarihin en kanlı katliamlarından olan Srebrenitsa Soykırımı hakkında çekilmiş nadir filmlerden biri. Savaş ortamında BM’de çevirmenlik yapan Aida’nın, ailesini o korkunç ortamdan korumaya çalışmasını konu edinen film; acı telaş, yerinden edilme ve vicdan gibi unsurlarla oldukça hazin bir öykü. Quo Vadis, Aida?, geçtiğimiz aylarda 57.’si düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde En İyi Film Ödülü’nü kazanmıştı.

Diğer Yazılar: Selin Göknar
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir