VE GEMİ GİDİYOR

Şahsına münhasır, ünlü İtalyan yönetmen Federico Fellini, panayır alanlarındaymışız gibi hissetmemizi sağlayan filmleriyle, dünyanın en ünlü sanatçılarından biri. Sanatçı, çünkü bana göre onun filmlerinde izlediğim her bir plan resmen birer sanat eseri! Hicivli anlatımı ve ilginç karakteriyle oluşturduğu atmosfer sayesinde, filmler aracılığıyla derdini oldukça farklı bir yolla anlatan yönetmenlerden biri aynı zamanda. Filmlerinde yarattığı egzotik sahnelerin, küçükken sirkte çalışmış ve karikatürist olmasıyla büyük bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Yönetmenin E La Nave Va adlı filmi ise bahsettiğim bu türden biraz daha farklı. Fellini’nin aslında hiçbir yere gitmeyen gemisi, su üzerinde gitmesi gerekirken gerilmiş brandaların üzerinde ilerliyor. Deniz yerine gerilmiş brandalar üzerinde yol alan bu gemi, plütokrat kesimin ve aynı zamanda da bu kesime taban tabana zıt olan alt sınıfın dar bir alanda bir arada yaşayabildiğini gösteriyor. Anlatım tarzı olarak ciddiyetsiz bir üslup seçen Fellini, hayatın bir şaka olduğunu en çok bağıran yönetmenlerden biri benim için. Buradaki “ciddiyetsiz” kelimesi gerçek anlamda ciddi olmayan insanlardan söz ettiğim için kullandığım bir tanım. ‘’Hangi karakter daha samimi diye düşünmek yerine, hangi karakter bu hayatı daha az ciddiye alıyor?’’ diye düşünüyorum. Samimiyet had safhada, fakat ciddiyet hiçbir zaman Fellini filmlerine yansımıyor. Bu da onu farklı kılan bir başka detay bana göre.

Çevresi tarafından çok sevilen ünlü ve başarılı bir sopranonun vefatının ardından çıkılan bir yolculukla başlıyor E La Nave Va. Sopranonun sevenleri, onun vasiyetini yerine getirmek için küllerini bir adaya götürmek üzere yola çıkıyorlar. Gemi mürettabatı ve yolcuların göz önünde bulunduğu bu eşsiz filmde Fellini, çelişkilerle dolu insan hayatını, maruz kalınan sınıfsal anlaşmazlıkları başarılı bir mizahla da süsleyerek izleyicisine aktarıyor. İnsanın çırılçıplak doğup ardından üzerine kıyafet değil türlü türlü sıfatlar giydiğini ustalıkla anlatıyor izleyicisine.

E la nave va (1983)

E La Nave Va filmindeki en dikkat çekici nokta bana göre müziğin farklı bir dil yaratmış olması. Müziğin birleştirici özelliğini en net şekilde gördüğümüz filmlerden biri olan E La Nave Va, sınıfsal farklılıkları hem gözümüze sokan hem de onları yok sayan bir duruş sergiliyor. Gemiyi varmak istediği noktaya ulaştırmak için çalışan zavallı ruhlar, terleyen bedenlerle, karanlıkta varolma çabalarıyla ve hayatın onlara sunduğu yoksullukla ‘’biz de buradayız’’ diyorlar. Bu da plütokrat sınıfla en alt sınıfın her ne olursa olsun aynı çizgide yer aldığını, aynı hayatı yaşadıklarını gösteren nefis bir mesajı içinde barındırıyor. Kıyafetleri ne kadar pahalı, cümleleri ne kadar havalı da olsa bu yolcuların, geminin mürettebatıyla aynı anda şarkı söylemeleri hayatın komik olmayan bir şaka olduğunu da gözler önüne seriyor. Dil, din, ırk, zenginlik, vasıfsızlık gibi tanımlar geminin dışında kalıyor aniden. Müzik herkesi aynı coşkuyla karşılıyor, kollarını iki yana açarak onları sarıyor. Tabii ki bir süreliğine…

Fellini’nin rotası her zaman ilginçliğe doğru yol alsa da onun gemisi brandaların üzerinde kalıp hiçbir yere gitmeyerek insanın değişmeyecek bir canlı olduğunu da gösteriyor maalesef. İleriye doğru yaşadığını zanneden üst sınıftan insanların, aslında ne kadar küçük yaşamları olduğunu gösteriyor. Plütokrat sınıfına dahil insanların sohbetlerine, hobilerine, yaşamlarına yaklaştığımızda bu yaşamların aslında hiç de uzaktan görüldüğü gibi olmadığına şahit oluyoruz. Bu karakterlerde her defasında gördüğüm şey, müthiş bir yalnızlık, anlaşılmazlık ve içe dönüklük oluyor… Buna neden olan etkileri görebilmek için ilkokuldaki sıfatlar konusuna dönmemiz yeterli bence. Öğretmenlerin tahtaya yazdığı, ‘’Zengin-fakir, güzel-çirkin, aşağı-yukarı,’’ gibi sıfatlar, bu filmde yanımızda durması gereken kelimeler. Karşımızda durması gereken tek şey ise birbirine taban tabana zıt olan her iki sıfatı birbirinden ayıran tire işareti. (-) Hangi kelimeye yakın olursa olsun insan, karşısında duran insanla bu tirede buluşabilir yalnızca. Tıpkı bu aslında hiçbir yere gitmeyen gemide bulunan karakterler gibi. Tire işareti olan kısacık çizginin üzerinde müzik aracılığıyla buluşarak birbirlerine dokunuyorlar. Aynı coşkuyu aynı anda hissedebiliyorlar. Böylece hayat denen altı boş ama içi insan tarafından doldurulan kavram, bir anlığına bütün sınıflar için aynı şeyi ifade eder hâle geliyor. Fellini de kamerasıyla hayatın içindeki ironi ve çelişkileri onu izleyenlere büyük cümleler kurmadan nefis bir dil kullanarak aktarmayı başarıyor. Büyük bir yönetmen olmanın koşullarından biri de bu sanırım.

Son olarak filmle ilgili söylemek istediğim bir şey daha var. Gemide olması tuhaf bulunan gergedan, savunmasız bir şekilde gemiyle birlikte yol alırken, izleyiciye onlarca farklı duyguyu aynı anda hissettirebilen bir kudrete sahip. Öyle ki gergedanlı sahneleri ne zaman izlesem farklı bir anlam çıkarabiliyorum. Özellikle son sahnede, gemide tanıştığımız gergedanın filikaya bindirilmiş hâli birçok açıdan çok değerli bir sahne. Brandanın değil de suyun üzerinde durduğunu varsaydığımız filikanın, gergedanın ağırlığı sebebiyle batmıyor olması muazzam bir detay. Film boyunca anlatıcı olarak gördüğümüz karakterin kürek çekerek filikayı ilerletme çabası Sisifos’un sırtında taşıdığı kayayı hatırlatıyor.

Bundan yıllar önce E La Nave Va’yı ilk izleyişimde, filmin sonunda film seti gördüğüm için tuhaf bir duyguya kapıldığımı hissetmiştim. Böyle bir finale ve ustaca kotarılmış gergedan sahnesine sahip olduğu için E La Nave Va bir başyapıt benim için. Aynı zamanda da imkânsız kelimesinin bir sözlükte değil de bir filmde vücut bulmuş hali gibi… Böyle bir final bana, insanın hayat boyu taşıması mümkün olmayan ağırlıklarını bir bir taşıdığını söylüyor. İmkânsız olsa da taşımak zorunda kaldığımız yüklerimizi yani… Tıpkı bu hayatı yaşarken bir hayat yaşadığımızı zannetmemiz gibi…

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir