KÖPEK DİŞİ

Dogtooth (2009), Angeliki Papoulia, Mary Tsoni, Hristos Passalis

Yorgos Lanthimos’un Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü kazandığı Dogtooth filmi yayınlandığı dönem ve sonrasında adından sıkça söz ettirdi. Bazı kişiler bu filmin orijinal olmadığını, eski bir filmin yeniden uyarlanmış hali olduğunu söyler. Bahsedilen bu film, 1973 Meksika yapımı El Castillo De La Pureza adlı filmdir. Ben Dogtooth filmi için ‘’herkes her şeyi söylemiştir, önemli olan senin nasıl ifade ettiğindir,’’ diyen tarafta olmak istiyorum. Keza bahsi geçen filmle Dogtooth arasında ciddi benzerlikler olsa da iki filmin anlatım biçimi, dili ve derdi birbirinden çok farklı bana göre.

Film, hayatları boyunca evden çıkmamış 3 kardeşin, gerçeklikten çok uzakta, yaşamı farklı öğrendikleri izole bir yaşamı konu ediniyor. Eğlence anlayışları, öğrendikleri kelimeleri kullanma biçimleri, yaşayış tarzları bizlerden çok farklı olan bu ailenin hayatını izlerken bambaşka bir gezegendeymiş gibi hissediyor insan kendisini. Filmin en önemli soruları: Kırılmaz, yıkılmaz dediğimiz tabularımız gerçekten düşündüğümüz kadar sağlam mıdır? Şiddetli bir depremin hiçbir şekilde yıkamayacağı kadar sağlam bir gerçeklik inşa edebilir miyiz?

Dogtooth (1009), Mary Tsoni

Köpek dişi, vücudun en sert parçalarından biri. Evdeki çocuklara ancak köpek dişlerinden biri kırıldığı zaman evden çıkabilecekleri söyleniyor. Bahçenin dış dünyaya açılan bölümünden kafalarını dışarı uzatmaları dahi yasak. Dış dünya her zaman endişe, vahşet, acı, tehlike gibi çok gerçek kelimelerle tanımlanıyor. Hepimiz sıradan ve normal sandığımız hayatlarımızda korku denen ve içimizi kemiren kavramdan belli bir süre kaçabiliyoruz. Ardından onunla yüzleşmeye karar verdiğimizde, cesaret denen o ihtişamlı kelimeyle baş başa kalıyoruz. Bazılarımız ise bunu asla beceremiyor ve köpek dişlerimiz sapasağlam bir şekilde ağzımızın içinde dururken bizi kendimize tutsak ediyor.

Lanthimos’un Dogtooth filmi aracılığıyla izleyicisine söylediği büyük sözleri var. Sorgulamamızı istediği çok fazla şey mevcut. Örneğin, tek başımıza bir gezegende yaşıyor olsaydık da takdir edilmeyi isteyecektik. İnsan takdirle ve onayla yaşamını sürdürülebilen bir canlı bana göre. Aynaya baktığında kendisini en mükemmel son canlı olarak gören insan, kazanmayı ve başarmayı, aynı zamanda da ‘’en iyi’’ olmayı ister. Doğanın kanunu budur. Ve doğanın kanununa uymadığımız her an, aslında doğanın kanununa uymuş sayılırız.

‘’Ayakta kalmayın, denize oturun da biraz sohbet edelim.’’ Film, günün yeni kelimeleriyle başlar. Deniz; oturma odasındaki ahşap kolluklu deri koltuktur. Otoyol ise çok güçlü bir rüzgâr türü. Anne ve babanın yetişkin çocuklarına öğrettiği bu yeni kelimeler, çocukların gerçek anlamlarını hiçbir şekilde öğrenmelerini istemedikleri kelimelerdir. Oturttukları bu yaşam stilinde belli kurallar vardır. Çünkü kural hayatın olmazsa olmazıdır. Hangi yaşam formunda olursa olsun, kuralın olmadığı yerde kaos vardır ve kaos, göre göre tercih edilecek bir kavram değildir. Öğrendiğimiz şeyler bizi biz yaparken öğrenmeyi reddettiğimiz ve yanlış öğrendiğimiz şeyler de bizizdir aslında. Doğamız gereği yaptığımız birçok şeyin yanında, öğrenerek edindiğimiz bilgiler de yaşamımızı şekillendirir. Bize ne anlatılırsa onu görürüz. Erkek kardeşin akşam yemeğini dışarda yiyecekmiş gibi özenip hazırlanması daha fazlasını görmediği için elindekiyle yetindiğini gösterir. Keza ‘’eğlence’’ anlayışımız bile görmekle ilgilidir. Kısıtlı aktivitelere sevinmeleri, video izlemeleri, dedelerinin şarkılarını dinlemeleri onlar için çok önemlidir.

Dogtooth (2009), Angeliki Papoulia

Oynadıkları oyun bile yaşadıkları hayatın lüks bir hapishane olduğunun kanıtıdır aslında. Suyun altında dakikalarca nefessiz kalmak, güzel bir evde hapis kalmakla aynı duyguyu ifade eder. Bazen bizlerin de ödül, eğlence ve sevgi anlayışı, mutlak doğrudan çok uzak olabilir.

Doğamızda var olan en kuvvetli şeylerden birisi öfke kavramıdır. Kazanma hırsından, cinsel dürtülerimizden çok daha fazlasını barındırır. Karakterlerin bir uçağı düşürebilecek olmalarına inanmaları, kedinin en tehlikeli canlı olduğunu düşünmeleri, olmayan erkek kardeşe üzülmeleri bana her izleyişimde, Luis Bunuel’in The Phantom of Liberty filmindeki absürtlüğü hatırlatıyor.

Bizler bize sunulan hayattan kaçabilirsek sadece tutsak olmaktan kurtuluruz. İnandığımız şeyler uğruna köpek dişimizi kırsak bile özgürlük her zaman uzaktan parlayan güneş kadar gerçek, fakat yakınına yaklaşamayacağımız bir şey olarak kalacaktır. Ve mutlak doğrusu bizden çok farklı olan babanın şu sözüne inanmamamız için hiçbir sebep yoktur. ‘’Portakal suyunu tazeyken içmezsen hiçbir faydası olmaz.’’

Ayakta kalmayın, denize oturun da biraz sohbet edelim.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir