Yaz tatilinde, yaşıtlarımın neşeyle oyun oynadığı, denize girdiği, uzun günlerin keyfini çıkardığı günlerde, ben nadir gidebildiğimiz yaz tatillerinden birisini geçirdiğimiz bir pansiyonda dışarıya çıkmadan Şeker Portakalı’nı okuyordum. İlk okuduğum kitap değildi elbette ama okurken gözyaşı döktüğüm ilk kitaptı. Bu nedenle kitabı ne zaman görsem boğazımda oluşan düğümlenmeye de engel olamıyorum. Çocukların kitap okurken ağlaması ne kadar doğru tartışmasını teğet geçerek, iyi ki okudum dediğim Şeker Portakalı, 2012 yılında sinemaya uyarlandı ve aynı yıl ülkesi Brezilya’da bir festivalde boy gösterdi. 2013 yılının nisan ayında ülkesi Brezilya’da gösterime giren film, dünyada çok az sayıda ülkede gösterime girdi ne yazık ki. Bu ülkelerden birisi de Türkiye olduğu için şanslıyız. Her ne kadar vizyona girdiği tarihin üzerinden bir yıl geçse de (Türkiye’de bunun gibi bir-iki sene sonra vizyona giren birçok film var elbette ancak ülkemizde çeşitli yaş gruplarında okunmuş, kendisini okuyucusuna kanıtlamış bir yapımın bu kadar geç gelmesinde, aynı tarihlerde hakkında soruşturma açılmasının etkili olup olmadığını merak ediyorum) nihayet seyircisiyle buluştu.
Zeze’nin, kimse tarafından anlaşılamadığı küçük dünyasında onu anlayan ihtiyar Portuga’yla vakit geçirmesi ve kurduğu dostluk üzerine kurulan Şeker Portakalı, babasıyla anlaşamayan Zeze’nin Portuga’yı babasıymış gibi sevmesine odaklanıyor. Dayak yediği gerçek babasıyla, gerçek olamayacak kadar iyi Portuga’nın arasında kalan Zeze için hayat oldukça zordur ve onu hayata anlattığı hikayelerle, evlerinin bahçesindeki cılız portakal ağacı bağlar. Zeze dalına bindiğinde en hızlı attan daha hızlı olan küçük portakal ağacı, kalp atışlarını duyacak kadar gerçektir Zeze için.
Şeker Portakalı’nın konusunu daha fazla anlatmaya gerek görmüyorum, çünkü Zeze’nin hüzünlü hikayesi oldukça bilindik. Kitabı eline alıp sonuna gelemeyen çok kişi olsa da, sürekli yaramaz olduğu için eleştirilen, başına buyruk Zeze’nin hikayesini okurken etkilenmemek mümkün değildi. Dolayısıyla bir kitabın sinemaya uyarlanması her zaman riskliyken, bu kadar bilinen, sevilen ve okuyucusunun kalbine dokunmayı çok iyi başarmış bir kitabı sinemaya uyarlamak el yakan bir iş. Ancak tüm ekibin bu işin altından başarıyla kalktığını söylemek gerek. Bundan önceki tüm kitap uyarlamalarında en çok eleştirilen konu, uyarlanan filmlerin kitaba bağlı kalmaması olmuşken, Şeker Portakalı neredeyse birebir kitaba bağlı bir senaryoyla bu eleştirilerin hedefine girmiyor. Asıl yük de yönetmen ve oyunculara kalıyor. İlk gördüğümde Zeze rolüne yakıştıramadığım João Guilherme Ávila, dakikalar ilerledikçe oyunculuğuyla kendisini Zeze olarak kabul ettiriyor. Zeze’nin ailesi de, Portekizli de ve hatta cılız portakal ağacı da tam da kitaptaki gibi hayat buluyor. Yönetmen Marcos Bernstein, kitabı okuyup en az hayranları kadar etkilenmiş olmalı ki, benim kitabı okurken kurduğum dünyaya yakın bir dünya oluşturmuş. İnanıyorum ki Şeker Portakalı’nı seven herkesin hayalinde de bu filme yakın bir dünya oluşmuştu.
Şu da benim için bir gerçek ki, ne kadar emek harcanmış olsa da kitap uyarlamalarını hiçbir zaman kitaplar kadar sevemedim. Her izlediğim uyarlama filmde, okuduğum kitabı düşünerek eksikler ya da yanlışlar bulduğumdan milyon dolarlar harcanan yapımlarda bile kitaptan aldığım tadı alamadım. Ancak Şeker Portakalı kitaba ve okuruna sadık iyi bir uyarlama. Kitabı okuyalı çok zaman olduysa ve Zeze sizin için de özel bir yere sahipse bu filmi izlediğinizde keyif alacağınızdan eminim.