GELECEĞE DAİR SON BİR UMUT KAYBEDİLDİĞİNDE KAÇINILMAZ SON MUHAKKAK GERÇEKLEŞİR
Arka Plan
Avustralya, 28 Nisan 1996’da şok edici bir olayla güne başlamıştı. 28 yaşındaki genç Martin Bryant kendisine ait iki adet yarı otomatik tüfekle birlikte Port Arthur denilen tesisi basmış, 35 kişiyi tek başına öldürüp 23 kişiyi de yaralamıştı. Sadece Avustralya’da değil dünyada şok etkisi yaratan bu olay 2011’de Norveçli Anders Brievick’in saldırılarına kadar dünyada tek başına yapılan en büyük katliam olarak kalmıştı.
FİLM ANALİZİ
Snowtown Murders (Snowtown Cinayetleri), True History of the Kelly Gang (Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikayesi) gibi true crime & biyografi filmleriyle dikkat çeken Avustralyalı genç yönetmen Justin Kurzel’in son hazinesi Nitram, yönetmenin bu türdeki en güçlü ve cesur filmlerinden biri. Ülkesi Avustralya’nın en tartışmalı olaylarından birini, üstelik bizzat fail katilin gözünden anlatmak son derece cesur bir karar ancak bunun filmin gerçekçiliğini son derece arttırdığı da su götürmez bir gerçek. Hikayenin bu denli karakter odaklı bir film noir şeklinde çekilmesi kesinlikle filmin en büyük artısı oluyor.
Bunun dışında filmin ismi de özenle seçilmiş ve gerçek fail Martin Bryant’a ince bir göndermesi de var. Nitram ismi Bryant’in ilk ismi olan Martin’in tersten okunuşu. Bunun dışında karakterin yalnızlığını güçlü kamera açılarıyla anlamlandıran görüntü yönetmeni Germain McMicking’in başarısı da takdire şayan. Son olarak filmdeki performansıyla son derece haklı bir şekilde Cannes Film Festivali’nde de en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan Caleb Landry Jones’un inanılmaz performansını da övmemek mümkün değil. Verdiği hayli güçlü metod oyunculuk performansı uzun süre konuşulmayı hak eden cinsten.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Filmin anlatım tekniği üzerinden analizine gelirsek eğer filmin kırılma noktalarından biri Nitram’a gerçek anlamda değer veren, özel hissettiren, onu kendi haliyle seven orta yaşlı Helen’in trajik ölümünü söyleyebiliriz. Helen’den sonra Nitram yine mutlu olmadığı, nefret ettiği ve belki de edildiği ailesini görmeye başlıyor, annesi tarafından ziyaret ediliyor. Helen ile bir nebze unutmaya başladığı yalnızlık, antisosyallik gibi kendisinde kronikleşmiş duyguları yeniden hatırlamaya başlıyor ve artık belki de kaçınılmaz kaderine daha hızlı koşmaya başlıyor.
Filmin karakter odaklılığı, tamamen Nitram’ın gözünden anlatılmış olması; yalnızlık, dışlanma, antisosyallik, kişilik bozuklukları gibi öğeler oldukça başarılı bir şekilde harmanlanıyor. Nitram’ın karanlığı da geleceğe dair tek umudunu, Helen’I kaybettikten sonra saklandığı yerden çıkıyor ve katliamla birlikte zirveye ulaşıyor. Sonuç olarak Nitram, toplumda kabul görmeyen, sevilmeyen, dışlanan, kendini var etmek için kolayca şiddete başvurmayı seçen sosyopat katil ve seri katillerin kendi içlerinde hissettikleri duygulara yönelik hayli güçlü bir film ve izlenmeye değer.