İngiliz yönetmen Tony Kaye, American History X’le doksanlı yılların sonunda yaptığı müthiş etkiyi bu kez Detachment ile 21.yy ilk çeyreğinde bir kez daha yapıyor. American History X, Hitler faşizminin İkinci Dünya Savaşı sonunda Kıta Avrupası’nda silinip yok olmasında kayda değer payı bulunan Amerika’nın kendi topraklarında siyahilere ve diğer azınlıklara karşı beyazlarda aynı faşist ruhun nasıl canlandığı üzerine yapılmış sarsıcı bir filmdi. Kaye bu sefer kamerasını yine aynı topraklarda kişiliksizleştirilmiş, saf dışı bırakılmış, unutulmuş insanlara çeviriyor.
Baş rolünde Oscarlı oyuncu Adrien Brody’nin olduğu filmde, Sami Gayle, Christina Hendricks, James Caan, Lucy Liu, Marcia Gay Harden ve konuk oyuncu olarak Bryan Cranston Brody’e eşlik ediyor.
Film, Henry Barthes’in yedek öğretmen olarak geldiği devlet okulunda geçen bir ayını konu ediniyor. Burada sorunlu birçok öğrenci ile baş etmeye çalışan Barthes, kendi hayatında da birçok problemle başa çıkmaya çalışıyor. Kendi içinde karamsar olsa da hem öğrencilerine hem de sokakta tanışıp evine aldığı “fahişe” Erica’ya yardımcı olmaya çalışıyor. Amerika’daki eğitim sistemini ve aile yapısını eleştiri odağına alan film, Henry Barthes’ın ağzından toplumsal olarak alt sınıfların sorunlarına ve travmalarına dikkat çekiyor.
Toplumsal yapı belirli kurumlar üzerine inşa edilir. Din, siyaset, eğitim, hukuk ve aile birer toplumsal kurumdur. Bu yapının içindeki kurumların toplumsal hayata etkisi ise gücünü aldığı devlet aygıtının politik ve sınıfsal duruşuna göre belirlenir.
Detachment kapitalist sistemin yarattığı ekonomik eşitsizliğin travmalarını yaşayan alt sınıfların, kendi içlerinde nasıl parçalandığını “aile” kurumunun işlevsizliği üzerinden anlatıyor. Adrien Brody’nin canlandırdığı ve kendisi de aynı travmatik aile ilişkileri içinde bocalamış Henry Barthes’in bütün film boyunca dikkat çektiği durum da bu işlevsizlik. Bu handikapların içinde Barthes, kendisi gibi benzer travmalarla büyüyen çocuklara bir “Amerikan rüyası” vaat etmek yerine -ki aynı sularda yüzen birçok Amerikan filminin düştüğü bir hatadır bu- kendi gerçeklikleri üzerinden bir mücadele yöntemi sunuyor. Filmde geçen “Hissiz olmak kolaydır. Bir şeyi önemsemekse cesaret ve ahlak ister.” cümlesi, Barthes’in öğrencilerine mücadele ettikleri muazzam eşitsizlik karşısında onlara sınıfsal bilinç ve asgari bir ahlak kazandırma çabasının izlerini gösteriyor.
Yönetmen Tony Kaye filmin kurmaca hikayesini belgesel bir anlatım dili ile aktarmış. Bu anlatım dili görüntü yönetimi ile de güçlendirilmiş. Adrien Brody, Piyanist‘teki performansını aratmayan güçlü ve etkileyici bir oyunculuk sergiliyor. Brody’nin performansının yanı sıra, filmde Erica karakterini canlandıran Sami Gayle’in performansı da göz alıcı.
Film Albert Camus’dan bir alıntı ile başlıyor. Bu yazıyı da yine Camus’dan başka bir alıntı ile bitirelim zira filmin ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum:
“Hayat aslında anlamsız bir bulanıklıktır ama ona anlam katabilmek gerekir. Mutlaka bir tercihiniz olmalı, ona dayanmalı, onun için mücadele etmelisiniz. Tercihsizlik de bir tercih…“