“…Sadece bazı anılarım var ki onları hafızamın derinliklerine gömdüğümü sanıyordum. Ama onlar geri gelip duruyorlar.” Sol Nazerman New York kentinde, bir rehineci dükkanında aklını ve hafızasını savaşta ‘rehin’ bırakmış orta yaşlı bir adamdır. Şairin, “ Bir gün evsiz, barksız ve aşksız koydular beni…” dizlerine ilham olan milyonlarca mültecinin kaderini yaşayanlardan biridir. “1939-1945”, bu aralıkta geçen zaman kronoloji bilimi için 20.yy’ın ilk yarısında rakamlarla, istatistiklerle ifade edilirse de Sol Nazerman için bir ömürden daha fazlasıdır kuşkusuz.
Sidney Lumet’in 1964 yapımı filmi ThePawnbroker İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’ya göç etmiş bir adamın yaşadığı travmaları odağına alıyor. Karısı ve çocuklarını toplama kampında kaybetmiş ve buna tanıklık etmenin yaşattığı ruhsal bunalımlar sonucu içine çekilmiş, yaşadığı çevreden uzaklaşmış olan Nazerman, tanık olduğu yıkımı nevrotik histeriler ile dışa vurmaktadır. Hitler faşizminin farklı tezahürlerine New York’un arka sokaklarında rastladığında yaşadığı ruhsal sarsıntı kendisi ile yüzleşmesinde hayati bir eşik olacaktır.
The Pawnbroker’da odak noktası büyük trajedi olsa da Lumet bununla yetinmiyor, kötülüğün, yozlaşmanın, zorbalığın salt örgütlü bir faşizmin sonucu olmadığını bunun pekala insanlığın ortak bir sorunu olduğu gerçeğini vurguluyor. Sol Nazerman Auschwitz Kampında şahit olduğu trajedilerin, New York’ta, yanı başında, bu sefer üniformalı askerlerin değil, takım elbiseli adamların nezaretinde gerçekleştiğinin “farkına vardığında” travmalarından sıyrılıp yeni bir ruhsal merhaleye geçiyor.
Son yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olan Yahudi Soykırımı onlarca kez işlendi sinemada. Farklı türler içinde birçok kült filmin anlatısıyla birleşen bu başlık, Lumet’in vizöründen bakınca kusursuz bir başyapıta dönüşmüş. Çarpıcı bir savaş sonrası efekt sunan film, Sol Nazerman’ın kişisel trajedisi üzerinden Yahudi Holokostuna ve bu pogromdan kurtulan jenerasyonun sonraki sosyal hayata uyumuna dair etkileyici bir film.
Sidney Lumet’in eşsiz filmografisinin başlarında çektiği bu film, kendi sinema tekniğinin en özgün örneklerinden biridir. Film, bu açıdan birçok sinema okulunun ilgisini çekmiş, ders olarak gösterilmiştir. Genel olarak filmlerinin alt metinlerinde eleştirel, sosyolojik açıdan doğru ve içten bir yaklaşım sergileyen Sidney Lumet’in, The Pawnbroker’da da bu yaklaşımı en yetkin biçimde ortaya koyduğu görülmektedir. Kariyerine tiyatroyla/tiyatroda başlayan Lumet, oyuncu yönetiminde, geçmişten gelen avantajını da başarılı bir şekilde kullanmıştır: Filmin başrolündeki Rod Steiger’ın maharetli oyunculuğu ve Lumet’in oyuncu yönetimindeki becerisi, The Pawnbroker’ın aynı zamanda tek kişilik muhteşem bir tiyatral seyirliğe dönüşmesini sağlamıştır. Konu oyunculuktan açılmışken filmle ilgili kısa bir not düşelim; Morgan Freeman, sinema perdesinde ilk kez, bu filmde görünmüştür.
Savaşın ve sonuçlarının her çağda, her coğrafyada benzer sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Dolayısıyla The Pawnbroker zamana ve mekana sığmayacak, her dönem hatırlanacak bir film.