HOBBIT: BEŞ ORDUNUN SAVAŞI

Hobbit’i Yüzüklerin Efendisi’nden önce okumuş şanslı kişilerden biriyim. Üstelik ben okuduğumda henüz Yüzüklerin Efendisi’nin çekimlerine bile başlanmamıştı. Filmleri vizyona girmeden o seriyi de okumuştum. Dolayısıyla filmleri izlerken kitapla kıyaslamayı kendinde hak gören duygusal okurlardan biriyim aslında. İster istemez Tolkien uyarlamalarının tümünde sahne sahne bu karşılaştırmayı yaptım. Çok memnun olduğum anlar da oldu, burun kıvırdıklarım da. Yüzüklerin Efendisi serisinin filmlerini izlerken çoğunlukla memnun kaldığımı söylemeliyim. Hatta kitap uyarlamalarını düşündüğümde Yüzüklerin Efendisi serisini en iyi uyarlamalardan biri olarak sayarım.

Hobbit’in sinemaya uyarlanması; Yüzüklerin Efendisi’nin öncesini anlatması, Gandalf’ı ve Shire’ı yeniden ekranda görmemizi sağlaması ve Orta Dünya’da yeniden yolculuğa çıkartacak olması benim için harika bir haberdi. Her ne kadar Hobbit’in uyarlanması için kapıyı ardına kadar açan şey Yüzüklerin Efendisi serisinin gişede elde ettiği başarı olsa da neden ne olursa olsun Hobbit’i izleyebilmek Tolkien sevenler için mutluluk vericiydi. Ancak filmlere ticari açıdan bakanların iştahı bir kez kabardığından Hobbit’in üç film olarak yapılacağı duyurulmuştu. Bu andan itibaren bazı çekinceler duymaya başladım. Kitabı üçe bölmek acaba uyarlamanın kalitesini arttırır mıydı, yoksa üçe bölebilmek için olmadık sahnelere maruz kalır mıydık? İlk filmin vizyona girmesiyle ne yazık ki ikinci durumla karşılaştık. Yine de kitaba sadık kalınmayan bölümler genellikle Yüzüklerin Efendisi’ne gönderme yapan bölümler olduğundan ve izlenecek iki film daha olduğundan umutsuz olmamak gerekir diye düşündüm. Peter Jackson’a asıl eleştiriyi ise ikinci filmde yaptım. Orta Dünya hakkında çekilmiş beş filmde de yer almasına rağmen Orta Dünya’ya bu kadar uzak hatalar yapılabilir miydi bilmiyorum. Tolkien’e ihanet bile denebilecek yanlışlar vardı ikinci filmde. Bir sene boyunca sabırsızlıkla beklediğim ikinci film fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Ondan bir sene sonra ise artık üçüncü ve son filmi izleme vakti geldiğinde ikinci film yüzünden başta Peter Jackson olmak üzere emeği geçen(!) herkese ne kadar kızgın olsam da heyecanlıydım elbette.

İlk iki filmde kitabın büyük bir bölümü tamamlandığı ve geriye anlatacak çok bir şey kalmadığı için aslında bu filmde de eklenen sahnelerle karşılaşacağımı daha izlemeden tahmin ediyordum. Film Smaug’un alevleriyle başladı. Görsel olarak yine tatmin edici bir yapımla karşılaştığımı söyleyebilirim. Senaryo olarak da ikinci filmde eklenen abukluklar dışında filmin iyi başladığını düşünüyordum. Dakikalar ilerledikçe senaryo konusundaki görüşüm değişti elbette. Tauriel’in varlığı, fazlasıyla uzatılan romantik sahneler, uzun uzun bakışmalar, güzellik yarışmalarında birinci seçilenlerin verdikleri barış mesajı kadar yapay duran sosyal mesaj içerikli replikler filmin akıcılığını bozan unsurlar olmuş. Kili ile Tauriel’in aşkı, Kili’nin diğer cücelere değil de daha çok insana benzemesi (Thorin de cüceden çok insana benziyordu) hatta Aragorn’a benzetilerek (bu tamamen benim düşüncem) Elf Tauriel’e olan aşkını daha sempatik göstermeye çalışmak Orta Dünya’ya yakışmadı.

Bilbo’yu izlemek ise çok keyifliydi. Hatta tüm olumsuzluklara rağmen Hobbit’i gözümü kırpmadan izlememi sağlayan en büyük etken Martin Freeman’ın Bilbo’ya hayat vermesi oldu. Martin Freeman her hareketiyle Bilbo Baggins olmayı başarmış. Cesareti ve kararlılığıyla Frodo’yu unutturacak bir karakter Bilbo. Frodo her ne kadar yüzüğü taşımayı kabul ederek cesurca davranmış olsa da yüzükten ayrılamama iç güdüsünün bu cesarette payı büyük. Oysa Bilbo korkusuzca savaşıp, yeri geldiğinde dürüstçe Thorin’in karşısına çıkarak gerçek cesareti ve dostluğu gösterdi.

Elbette Ian McKellen’ı Gandalf olarak, Orlando Bloom’u da Legolas olarak son kez izlemek üzücü. Çünkü tüm filmlerde onlara baktığımda McKellen ve Bloom’u değil Gandalf ve Legolas’ı gördüm. Canlandırdıkları karakterleri, kişiliklerinin önlerine geçecek kadar iyi benimsediler. Her ikisine de büyük saygı duyuyorum.

Her ne kadar son kez desem de, yapımcıların Tolkien’in kitaplarını uyarlamaktan vazgeçeceklerini sanmıyorum. Ticari olarak yapımcılarını fazlasıyla mutlu eden Orta Dünya sakinleri yeniden karşımıza çıkabilir. Henüz konuşulan bir şey olmasa bile ilerleyen günlerde Hurin’in Çocukları ya da Silmarrilon’un çekimlerine başlanıyor diye bir haber duyarsam şaşırmam. Üstelik bakarsınız Gandalf ve Legolas bile bir şekilde bu hikayelere dahil edilebilirler.

Hobbit: Beş Ordunun Savaşı filmini Tolkien sevenlerin izlememe gibi bir durumu olamaz, ama izleyip de memnun olanların sayısı da oldukça az olacaktır. Kitapları okumayan fantastik film sevenleri ise yine çok iyi bir yapımın beklediğini söyleyebilirim.

Diğer Yazılar: Ahmet B.
Dokuzuncu Hayat
Dokuzuncu Hayat, eğlenceli bir gençlik filmi havasında başlayıp gerilime bürünen, son ana...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir