TEMPLE GRANDIN

Nature is crual but we don’t have to be’

İsminden de anlaşılacağı üzere film, 1947 doğumlu hayvan bilimi uzmanı, Amerikalı, otistik Temple Grandin’in ilham verici hayat hikayesini anlatıyor.

Film, Temple’in lise son yılının yazını, teyzesinin hayvan çiftliğinde çalışarak geçirmesiyle başlıyor. Teyzesinin yanında çalışarak geçirdiği bu yaz aslında onu bambaşka bir hayata sürükleyecek bir dönemin kapılarını aralıyor. Burada geçirdiği süre içerisinde Temple, çiftlikteki inekleri sakinleştirmek için kullanılan bir kafes yönteminden ilham alarak, inekler üzerinde gözlemler yapmaya başlıyor. Otizmli olması sebebi ile harika bir görsel hafızaya sahip olması onu diğer insanlardan ayrı kılarak, hayvanların gereksinimlerini ve ihtiyaçlarını anlamasına olanak veriyor.

Film, Temple’ın daha sonraki yıllarda üniversite eğitimine, hayvan bilimi üzerine devam etmesi ve bu konuda yaptığı hem teorik hem pratik çalışmaların hayata geçirilmesi ile devam ediyor. Tabi ki bu süreç içerisinde otizminin yol açtığı sosyal davranış ve iletişim eksikliği, Temple’ın insanlar tarafından sürekli yanlış anlaşılmasına ve yalnız bırakılmasına sebep oluyor. Temple, 4 yaşına kadar konuşamamış olmasına rağmen, annesinin büyük desteği ile ileriki yıllarda sosyalleşerek kendi hayatını tek başına devam ettirebilecek seviyeye geliyor. Küçüklüğünden beri ondan utanmak yerine sürekli toplum içine iten annesi ve lise yıllarında tanıştığı fen bilimleri öğretmeninin Temple’in kişisel gelişiminde büyük etkileri var.

Filmden aklımda kalan en etkileyici repliklerden biri: ‘Doğa zaten yeterince zalim fakat biz öyle olmak zorunda değiliz’. Kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmeyi bırakın anlamakta bile zorlanan otizmli bir bireyin, yıllar içerisinde kendini geliştirerek hayvan doğasını anlaması ve hayvanların kesilip, bizlere et olarak geri dönmesinden önce huzurlu bir yaşam sürmelerini olanak veren yapay ortamlar yaratmasını sağlayan, izlemesi pek keyifli, duygusal hikayesi.

Ana karakteri canlandıran Claire Danes’e hakkını vermek gerektiğini düşünüyorum. Otizmli bir bireyin karşılaştığı iletişim problemlerini ve sürekli değişen ruh halini başarılı bir şekilde yansıtmış. Özellikle otizmi sebebiyle, iletişim kurmakta tam anlamıyla rahat olamadığı zamanlardaki kalın, yükses ses tonunun Amerikan aksanı ile birleşmesi enteresan olmuş. Temple’ın Harvard mezunu, iki çocuklu annesini oynayan Julia Ormond ise çok duru bir performans sergilemiş.

Filmin beğendiğim yanlarından bir diğeri ise; otizmli bir bireyin cümleleri, nesneleri ve insanları aslında nasıl algıladığını daha iyi anlamımızı sağlayan filmin içerisine bolca serpiştirilmiş olan ufak kareler. Filmin yönetmeni, zamanında BBC için birçok belgesel ve drama çekmiş olan İngiliz Mick Jackson. Etkileyici ve görselliği yüksek dış mekan çekimleri yerine, karakterlere odaklanmış olan filmden pek çok keyifli diyalog aklımda kaldı.

Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Yelda Azer tarafından kaleme alınmıştır.

Diğer Yazılar: Yelda Azer
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir