SMILE: GÜLERYÜZLÜ LANET
Yönetmen Parker Finn’in, bir gülümseme etrafına inşa ettiği ilk uzun metrajlı filmi Smile, SXSW Midnight Short kategorisinde Jüri Özel Takdir Ödülü’nü kazandığı kısa filmi Laura Hasn’t Slept’e dayanmaktadır. Tanıdık fikirlerle de karanlık ve sürükleyici bir film yaratılabileceğini kanıtlayan Smile, sadece travmaları değil, travma yaşayanların çevrelerine olan etkilerini de merkeze alıyor. Gülümsemenin sıcaklığını tehditkar hale getirip, acıları maskeleme yolu olarak kullanıyor. Yarattığı korkuyu, psikozun gerçekliğine dayandırıyor.
Dr. Rose Cotter (Sosie Bacon), bir hastayla yaşadığı tuhaf ve travmatik deneyimden sonra, açıklayamadığı korkutucu olaylar yaşamaya başlar. Rose, yeni gerçekliğinden kaçmak için sıkıntılı geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır.
YAZININ BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR
Çocukken annesinin intiharına tanıklık etmiş olan Rose, bunun ağır yüküyle yaşamak zorunda kalmıştır. Psikiyatri mesleğini muhtemelen kendi travmasının bir sonucu olarak seçer. Düşük maaş ve acımasız iş saatlerine rağmen devlet hastanesinde çalışmayı tercih eder. Kendisine musallat olmuş kötü bir ruhtan bahseden hastanın gözünün önünde intihar etmesiyle, gömdüğü sorunlu geçmişi sinsice canlanmaya başlar. Kabus gibi vizyonlar ve sesler peşini bırakmaz. Delirdiğini düşünen nişanlısı ve kız kardeşi ile ilişkisi bozulur.
Gün geçtikçe artan duygusal karmaşasıyla bunun arkasında başka bir gizem olduğuna inanır. Eski erkek arkadaşı Joel ile birlikte polis kayıtlarını inceleyerek, benzer bir dizi vaka bulur. Rose, kızın yaşadıklarının sadece akıl hastalığının bir sonucu olmadığını anlar. İntihara tanık olanların varlığın bir sonraki kurbanı olduğunu ve zincirleme şekilde insandan insana geçtiğini öğrenir.
Lanetten kurtulmak için başka birini öldürmesi gerektiğini anladığında bunu yapmak istemez. Bu nedenle, döngüyü kırmak için terk edilmiş çocukluk evinde kendini izole eder ve annesinin uzun boylu, deforme olmuş versiyonuna dönüşen varlıkla yüzleşir. Ama ne yazık ki Joel intihara tanık olur ve lanet döngüsü bozulmadan kalır.
Smile, dürüst olmak gerekirse hiçbir şekilde yenilikçi bir film değil. Kullandığı formül akla hemen It Follows ve Ring filmlerini getiriyor. Smile’a gerçek değerini veren, “korku” nun, travmalar ve akıl hastalığının lanetinden bahsetmek için kullanılmasıdır. Travma geçmişi olanların ve ruh sağlığıyla ilgili sorun yaşayanların izlerken derinden etkilenebileceği hassas bir psikolojik temel üzerinde şekilleniyor. Bir röportajında yönetmen Parker Finn “Sanırım toplum olarak akıl hastalıkları hakkında daha açık bir şekilde konuştuğumuz bir noktaya gelmeye başlıyoruz. Ama yine de gitmemiz gereken bir yol olduğunu düşünüyorum.” açıklamasıyla zihinsel sağlık sorunlarından muzdarip insanların algısına odaklanıyor. Finn, bu temayı, ana akım korku sınırları içinde kalarak, risk almadan ilerletiyor. Ancak hikayesi biraz daha kapsamlı bir gelişmeye ihtiyaç duyuyor. Sosie Bacon’un kırılgan performansı başarılı ve ikna edici. Odak noktasındaki Rose’un derinlikli portresini çizerken izleyiciye her duyguyu yaşatıyor. Fazla eleştiri alan jump scare’ler bir korku tuzağı gibi kullanılmıyor. Karakterin içsel çalkantısını ve gerilimi, dozunda ve dengeli şekilde destekliyor.
Parker Finn’in mekanların ve karakterlerin baş döndürücü perspektiflerini yakalayan dinamik kamera çalışması oldukça etkileyici. Ayrıca Charlie Sarroff’un sinematografisi, Cristobal Tapia de Veer’in ürperten motifleri ve yüksek işitsel vuruşlarla şekillenen ses kompozisyonu takdiri hak ediyor. Finaliyle bir devam filmine kapıyı açık bırakan Smile, ilk uzun metrajlı çalışma olarak heyecan verici duruyor.
Tanıdık unsurlara ve tahmin edilebilir bir kurguya sahip olan Smile, Parker Finn’in ellerinde yılın başarılı korku filmlerinden birine dönüşüyor. Bu iz bırakıcı “gülümseme” izlenmeye değer.