HUESERA

BEDENDEN RUHA YOLCULUK: HUESERA

Meksikalı yönetmen Michelle Garza Cervera’nın prömiyerini 9 Haziran 2022’de Tribeca Festivali’nde yapan ilk uzun metrajlı filmi Huesera: The Bone Woman, kadim bir kadın hikayesi anlatıyor. Cervera, folklorik ögeleri feminizmle sentezleyerek, kadının annelik kavramı üzerinden kimlik bulmasına ve heteronormatif yapıya baş kaldırıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini, annelikle ilgili inançları ve sosyal beklentilerle biçimlenen yaşamları sorguluyor.

Konu

Valeria (Natalia Solián) ve kocası Raúl (Alfonso Dosal), uzun süredir hayalini kurdukları bebeğe kavuşacaklarını öğrenirler. Valeria için başlangıçta her şey yolundadır. Ancak bu sevinç kısa bir süre sonra yok olmaya başlar.

La Huesera

Meksika folkloru kadınların önderlik ettiği hikayelerle doludur. Çölden topladığı kemiklerle büyülü bir varlığa hayat verebilen La Huesera efsanesi de bunlardan biridir. Bu efsaneye göre herkesten uzakta yaşayan bir kadın, ölü hayvanların kemiklerini toplayarak bir iskelet oluşturur ve ateş ışığında ona şarkı söyler. Kısa sürede kurda benzeyen yaratık canlanır ve kaçar. Bir güneş veya ay ışığı onu aydınlatıpözgürce koşan bir kadına dönüştürmelidir.

Yazının bundan sonrası spoiler içerir

Cervera, ölülerin hayata döndürüldüğü dünya mitleriyle paralellik gösteren bu efsaneyi, Valeria’nın iç dünyasındaki kargaşa ve çatışmayı yansıtmak için kullanıyor. Metaforik bir anlatımla, benliğimizi oluşturan en derin parçaları bulma ve bu yeni varlığı bir araya getirip özgür kılmak için mücadele etme fikrini film boyunca işliyor.

Cervera, annelik olgusunu sosyokültürel gerçeklik içerisinde ele alıyor. Valeria’nın atölyesini bebek odasına dönüştürerek, toplumsal yaşamın gerisinde bırakılan kadının elinden alınan haklara ve yaşadığı sıkışmışlığa dikkat çekiyor. Duvarları sarı renkli kağıtla kaplı bu oda, feminist edebiyatın en önemli eserlerinden biri olan Charlotte Perkins Gilman’ın yazdığı “Sarı Duvar Kâğıdı” öyküsü ile bağ kurmamıza neden oluyor. Toplumsal cinsiyet rollerini eleştiren öykünün metaforunu benzer şekilde kendi kurduğu iskeletin kalbine koyan Cervera, geleneksel kadın rolünün dışında var olma arzusunu ve özgürlük ihtiyacını dile getiriyor. Bu ihtiyacı eylemselliğe iten ve güçlü bir dişi sembolizmi olan örümcek, dokumamız gereken geleceği temsil ediyor.

“Yasaklamalarına uymak için sizden ruhunuza za­rar vermenizi talep eden bir kültür, gerçekte çok hasta bir kültürdür.” Clarissa Pinkola Estés- Kurtlarla Koşan Kadınlar

Hepimizin, toplumsal beklentilerin ağırlığı altında ezilerek gönülsüz kararlar aldığı zamanlar olmuştur. Sosyal normlara uymamak, dışlanarak yabancılaşmamıza neden olabilmektedir. Valeria’nın içinde yaşadığı ataerkil kültürde evlilik ve annelik, topluluğa katılmanın ve kabul görmenin en kolay yoludur. Onun bu yöndeki seçimi, istemediği bir hayatı yaşamasına neden olur. Punk geçmişini özleyen Valeria, eski kız arkadaşı Octavia’yla (Mayra Batalla) gizlice bağlantı kurduğunda, arzularını ve queer benliğini bastırdığını, geleneksel eş ve anne rolünde kalamayacağını anlar. O artık sadece bir bebeğe değil kendi doğumuna, yeniden doğuşuna gebe kalmıştır. Yanıtı karanlık ritüellerde arayarak zor bir yüzleşmenin içine çekilir. Valeria’ya çıkış yolu sunan bu yüzleşme, yalnız olmadığını hissettiği feminist dayanışmanın gücüdür. Yürek burkan hatta acımasız kabul edilebilecek final, annelik tanımını dürüstçe yeniden değerlendirmemize olanak tanır ve tartışmaya açıktır.

Huesera’da tasvir edilen bükülmeler, kırılan kemikler, pek çok kadının aşina olduğu bir mücadelenin, kaybedileni geri getirmeye çalışmanın, özgürlük arayışının sesidir. Toplumsal kalıpların altında can çekişen kadınlığın gerçek dehşetidir.

SON SÖZ

Huesera: The Bone Woman, hepimizin aşina olduğu evrensel bir hikaye anlatıyor. Ancak mitolojik kökeniyle ilgili açıklamaların yetersiz kalması ve bununla bağlantılı olayların detaylandırılmaması anlatıyı eksik hissettiriyor. Beden korkusu ögelerini kullanmasına rağmen daha çok dramatik yönüyle öne çıkıyor.

Michelle Garza Cervera, The Babadook ve Rosemary’s Baby gibi korku klasiklerini ruhunda taşıyan ilk uzun metrajlı filmini, cesur yaklaşımı sayesinde birçok ödül ve övgüyle taçlandırdı. Huesera: The Bone Woman, hassas gerçekliğiyle uzun bir süre daha pervasızca yankılanmaya devam edecek gibi görünüyor.

Diğer Yazılar: Arzu Şeran
Join the Conversation