Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız

GECE YARISI BİR KADIN BAR-BAĞIRIYOR*

Vlad Tepeş, II.Vladisav’ı öldürüp Eflak’ın yeni voyvodası olduğunda tarihler İsa’nın doğumundan sonra bin dört yüz elli altıyı gösteriyordu. Düşmanlarını kazığa oturtup kanlarını ice tea gibi içtiği rivayet edilir. Bundan dolayı hakkında vampir olduğu efsanesi yayılınca İrlandalı yazar Bram Stoker onu Drakula olarak ölümsüzleştirip dünya edebiyatına armağan etti ki zaten vampirler ölümsüz değil miydi? Yeryüzünün en meşhur vampiri kıta Avrupa’sında yaşıyordu ama ekmeğini Amerikalılar yiyordu. Yedinci sanat ‘yeni dünyanın’ prodüktörlerine oluk oluk para akıtıyordu. Nitelikli, niteliksiz, Drakula’lı, Drakula’sız onlarca vampir filmi beyaz perdede kanlar içinde arzı endam ediyordu. Derken, İsa doğalı iki bin on dört yıl olmuşken, bir vampir de Ortadoğu’da türedi, böylece bunca kan boş yere akmış olmazdı. Bir vampir daha ne ister ki şu hayattan?

Ana Lily Amirpour, İran asıllı, İngiltere doğumlu, Amerikalı bir yönetmen. İlk uzun metraj filmi A Girl Walks Home Alone at Night da tıpkı yönetmenin biyografisi gibi çok sesli bir film. İçinde birçok türün hayat bulduğu, zengin Fars kültürünün ve içinde doğup büyüdüğü Batı tedrisatının etkisi altındaki bu fantastik öykü, ilk film olma hasbiyle değerlendirildiğinde makul ölçüde iyi sonuç veriyor.

Vampir janrı Hollywood için çok önemli bir türün, korku sinemasının vazgeçilmez öğelerinden biri. Milyonluk bütçelerle çekilen bu filmler yapımcıların kurnazlığı, genel izleyicinin de talebi doğrultusunda yıllar içerisinde her türlü fantezi dünyasının içinde yer bulmuş. Komediden erotizme birçok türe malzeme olmuştur. Elbette bu başlıklar içerisinde gayet seçkin örnekler de yer veren Amerikan Sineması, çoğu zaman Amerikan Doları’nın cazibesine dayanamadığı için mislince kötü örneğin de ayrıca müsebbibidir. Birbirine benzeyen konular, abartılı efektler içinde boğulan bu mitolojik efsanenin minimal bir dokunuşu ihtiyacı varmış demek.

A Girl Walks Home Alone at Night teknik olarak birçok iyi şeyleri bir arada yapıyor. Mekan tasarımı, karakterlerin bu tasarım içindeki performansları ve enfes şarkılarıyla hem göze hem kulağa hitap eden bir seyirlik karşımızdaki. Filmin tamamında western dokusu hakim. Amirpour’un filmi türler arası geçişleri olan bildiğimiz/bilinen vampir mitolojisinin neredeyse bütün özelliklerini taşıyan, bunun yanında kültürel dokunuşlarla hikayesini doğduğu topraklara uyarlayan, sinematografik olarak şık bir film. Siyah beyaz olarak çekilen film İran’ın ilk vampir filmi olarak adını duyurmuştu. Malum bu konu, yani vampir janrı, demin de bahsettiğimiz üzere sinemada, bilhassa Hollywood’da popüler bir fikir. Bu fikrin Ortadoğu öykülerinde, sinemasında kendine yer bulmuş olması, merak uyandırması kadar doğal bir şey yok. Bir de bizim Türkiye sinemasındaki işleniş biçimi ile karşılaştırıldığında kıyas kabul edilemeyecek derecede orijinal bir yapım karşımızdaki. Bu ahval altında bir Ortadoğu sakini olarak bu ‘ilke’ sıkıca sarılmak hepimizin boynunun borcu.

Filmin geçtiği kasaba güneş sisteminin dışında minik bir gezegen gibi yapayalnız, tecrit edilmiş canlıların yaşadığı bir yıldız. Ama hayatları bizimkine çok benziyor, sorunları da. Orada da kötüler var, sömürülen kadınlar var; korkunç bir yer, her tarafta istiflenmiş ölüler var. Kötülük burada kanıksanmış, sinmiş ismiyle müsemma ‘Kötü Şehre’. Ve bütün bu kötülüğün içinde beyaz bir leke gibi duran, çok sevdiği arabası elinden alınan yoksul bir adam, kurtarıcısını bekliyor.

Vampir, bilinen mitin aksine Ortadoğuya cinsiyet değiştirip gelmiştir. Belki kulağa klişe gelebilir ama güneşin altında rahatça gezebilen ama tıpkı efsanedeki gibi kanla beslenen erkeklerin coğrafyasına kadın olarak gelmek bir vampir için bile büyük cesarettir. Gün boyu çalışıp, didinip akşam olmasını bekleyen, sıcak bir çorba içip yine kadınlarının sıcak koyunlarına giren vampir pardon erkekçiklerimiz cinsel açlıklarını da giderip kesif bir horultunun esiri olmuşken tarihsel olarak yaptıkları hataların bedelini ödeyeceklerdir. Kamusal hayatı paylaşmayı reddeden, kadını eve hapseden, bu da yetmezmiş gibi ev içi emeğini görmezden gelip onu bir sofra aksesuarı olarak gören, kendi tatmin duygusundan başka bir şey düşünmeyip dolayısıyla mastürbasyondan hallice bir cinsel hayat yaşayan erkekliğin sinema perdesindeki hesaplaşması da olabildiğince kanlı olacaktır.

Vampirlerin ‘düşünce okuyabilen karşı konulmaz varlıklar olduğu, zeka ve güçlerinin kolayca anlaşılabilecek şekilde dışa vurmadığı’ rivayet edilir. Filmde Sheila Vand’ın hayat verdiği vampir karakteri doğal olarak böyle bir vampir. Karakterimiz mitolojik varlığına uygun olarak kötülüğü hissedip hemen orada biten, nehirlerinde cesetlerin biriktiği ‘Kötü Şehir’de bazen küçük bir çocuğa yardım eden, James Dean bakışlı bir yiğide gönül veren, kötülere dişlerini, iyilere merhametini gösteren, az konuşan çok söyleyen biri. Sinema tarihindeki yerini ‘hastalıklı’, ‘ürkütücü’, ‘korkutucu’ ve daha pek çok olumsuz etiketle edinen bu mitolojik efsane, zaman içindeki serüveni ile artık bir süper kahramana dönüşmüştür, tıpkı bu filmde olduğu gibi. Hem bilge bir filozofun da dediği gibi “asıl kan emiciler halkın kanını emen spekülatörler” değil midir!

The Girl, yani Vampir Kız, masallarda sisler içinde beliren periler misali, şehrin her tarafında tüten fabrika bacalarından çıkan dumanın kapladığı sokaklarda ortaya çıkıp kötüleri cezalandırır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır; erkekler bu amansız güç karşısında soylarının yüz yıllardır işlediği her suçtan rücu edip, af dileyecektir! Hımm, yok yok böyle olmadı, film bitti ışıklar açıldı, dışarı çıkıldı, sokağa ilk adım atıldı. Belki bu film hayatımızı tümden değiştirmedi, değiştiremez de. Filmde de olsa erkekler yaptığı fenalıklardan geri adım atmadı, ben demiyorum bunu açın istatistiklere bakın her gün onlarcası onlarca kadını onlarca yerinden üzüyor, yaralıyor ve… Bir film dünyamızı değiştiremeyecekse bile buna dair bir söz söyleyebilmeli. Ana Lily Amirpoor sözünü esirgemiyor.

(*): Ahmet Kaya | Yalan da Olsa

Bu yazı ilk olarak Mor Psikoloji Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Diğer Yazılar: Hakan Güner
Leolo
Düşlediğim İçin Ben, Ben Değilim! Liverpool’lu mütefekkir John Lennon “You may say...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir