Dokuzuncu Hayat, eğlenceli bir gençlik filmi havasında başlayıp gerilime bürünen, son ana kadar seyircide merak uyandıran farklı bir yapım. Dokuz yaşına kadar sekiz kez ölümcül kazalar geçiren ve hepsinden bir şekilde kurtulan Louise’nin “dokuzuncu hayat”ında yine bir kaza geçirip komaya girmesiyle hayatının detaylarını, yaşadıklarının iç yüzünü öğrenmeye başlıyoruz. Sorunlu bir aileye sahip Louise’nin son kazasından babasının sorumlu olduğu düşüncesi de işin içine polisleri karıştırmaya yetiyor.
Komada geçirdiği sürede Louise’nin geçmişte yaşadıklarına ve son büyük kazaya kadar başından geçenlere tanık oluruz. Sürekli kavga eden bir ailede büyüyen Louise’ye geçirdiği kazaların da etkisiyle psikolojik destek alması sağlanır. Psikiyatristi ile yaptığı konuşmalardan ruh halini ve ailesine olan duygularını öğrendiğimiz Louise’yi film boyunca okulda ya da başka çocukların yanında görmeyiz. Başına gelen kazaları kendisi de anlamlandırmaya çalışırken lanetli bir çocuk mu yoksa talihsiz bir çocuk mu olduğunu sorgular. Psikiyatristi ise Louise’nin babası tarafından şiddete maruz kaldığı düşüncesiyle, Louise’nin kazaları bilerek yaptığı ve kendisine zarar verdiği düşüncesi arasında kalır.
Bir yandan Louise’nin komada geçirdiği zamanı da izlerken komada kendisiyle iletişim kurabileceğine inanan doktoru Louise’ye ve annesine yardımcı olur. Hastasıyla duygusal bağ kuran ve annesiyle de ister istemez yakınlaşan doktor kendisini tuhaf olayların ve deneyimlerin içerisinde bulur.
Dokuzuncu Hayat beklenmedik şekilde gelişen ve gizemli denilebilecek olay örgüsüne sahip bir yapım. Louise’nin ailesiyle, özellikle de annesiyle kurduğu bağ psikolojik olarak da ayrıca yorumlanması gereken bir bağ. Annesinin oğluna olan sevgisiyle birlikte kendi sorunları da birleşince oğlunun erken yaşta büyümesine, birbirlerini konuşmadan anlamalarına ve birbirlerini anladıkları düzeyde de hata yapmalarına neden oluyor.
Yönetmenliğini Alexandre Aja’nın yaptığı filmde küçük Louise Drax’ı Aiden Longworth canlandırıyor. Rolüyle bütünleşmeyi başaran Aiden, son zamanlarda çocuk oyuncuların gösterdiği iyi performanslara bir yenisini ekliyor. Filmin Louise’den sonra belki en önemli karakteri olan anne Natalie Drax rolünde izlediğimiz Sarah Gadon ise oldukça sönük kalıyor. Hatta filmin potansiyeline de engel olacak kadar başarısız bulduğum Sarah Gadon filmin sınıf atlamasını da engelliyor. Ne olduğunu, başına neler geldiğini pek idrak edemeyen şaşkın doktor Allan Pascal rolünde izlediğimiz ve son zamanlarda Grinin Elli Tonu ve devam filmiyle hatırladığımız Jamie Dornan gerçekçi bir oyunculuk sergilerken süresi oldukça az olmasına rağmen baba Peter Drax’ı canlandıran Aaron Paul ise en az genç oyuncu Aiden kadar başarılı. Breaking Bad dizisinden tanıdığımız Aaron Paul her geçen gün oyunculuğunu geliştiriyor. Bu filmde onu izlerken aklıma Babalar ve Kızları filmindeki rolü geldi. O filmde de çok büyük bir role sahip olmayan ancak rolünün hakkını fazlasıyla veren Aaron Paul tıpkı oradaki gibi Dokuzuncu Hayat filmine de olumlu etki ediyor.
Vizyonun nitelik olarak fazla ancak nicelik olarak yetersiz kaldığı şu dönemde izlenmeye değer bir yapım.