ADEN

SANA CENNET BAHÇESİ VADETMEDİM: ADEN

“Aden”, oyuncu kimliği ile tanıdığımız ve  “Eksik”  isimli ilk filmi ile yönetmenliğe başlayan Barış Atay’ın ikinci uzun metraj filmi.

Kıyamet alegorisi diyebileceğimiz hikâye, savaş mağduru bir çiftin hiç bilmedikleri bir eve, hiç tanımadıkları iki kardeşin “güç savaşı” verdikleri yaşamlarına dahil olmalarını konu ediniyor.

Aden, Tevrat’ın yaratılış (genesis) bölümünde Adem ve Havva’nın dünyaya gönderilmeden önce yaşadıkları cennet bahçesi şeklinde tanımlanıyor. Fakat Tevrat’ın yaratılış bölümü incelendiğinde Aden’in Ortadünya (Ortadoğu) ‘daki bir yer ismi olduğu anlaşılabilir. Yani -her ne kadar film dini referanslarla ilerleyen ilginç bir yapıya sahip olsa da- dünyadan ayrı bir cennet/cehennem mekânının bulunmadığı gerçeğini ortaya koyuyor.

Sepya görüntüsüyle silme kayalıklar üzerinden drone kamerayla açılışını yapan film, yüzlerini göremediğimiz, sırtlarından takip ettiğimiz iki kişinin çorak topraklar üzerinden yol almasıyla başlıyor. Epey meşakkatli bir yolculuğun ortasında yakaladığımız bu iki karakter savaşı, yıkımı, kıtlığı ardlarında bırakıp kendi cennetlerini arayan Aras (Funda Eryiğit) ve Marba (Caner Erdem)’dır. Bu uzun ve zor yolculuğun sonunda kendilerini iktidar mücadelesi yaşayan suç ortağı iki kardeşin, Libak (Cemalettin Çekmece) ve  Pukay (Sermet Yeşil) ‘ın evinde bulurlar. ‘Bir geceliğine’ sığındıkları bu ev, büyük bir sır saklayan iki kardeşin cehenneminden kurtuluş mücadelesine dönüşecektir.

Karakterlerin isimleri dikkat çekici; Marba, Aras, Libak, Pukay, Fusuy.

İlk duyduğumuzda garip gelse de tersten okumayı denediğimizde bildik/tanıdık isimler olduğunu görebiliriz; Abram, Sara, Kabil, Yakup, Yusuf.

İbrahim ile SareHabil ile KabilYakup ile EsavYusuf ile Firavun hikayelerine göndermeler üzerine kurmuş senaryosunu Onur Orhan. Orhan, Barış Atay’ın yasaklanan “Sadece Diktatör” isimli tiyatro oyununun da yazarı ayrıca. 

Tarihin bu en eski mitlerindeki insanlarla özdeşleştirilen karakterler arasındaki ilişkiler de hikâyelerin tekerrüründen ibaret; kıskançlık, cinayet, pragmatist ilişki, kandırma-tuzak kurma. 

Bu hikayeleri özetlemeye çalışayım:

*

Sare/Sarah İbrahimi dinlerde önemli bir figür ve Eski Antlaşma’ya göre İbrahim’in eşi, İshak’ın annesi olan İbrani din büyüğü. Uzun yıllar İbrahim peygamberle çocukları olmaması sonucu İbrahim peygamberin Hacer ile evlenip Muhammed peygamberin nurunu taşıyan İsmail’in dünyaya gelmesinin ardından kıskançlık gösterdiği rivayet edilmektedir.

**

Habil ve Kabil, Adem ve Havva’nın ilk iki oğludur. İlk doğumdan olan erkek çocuğa Kabil, daha sonraki doğumdan olan erkek çocuğa Habil ismi verildi. Sinirli ve kıskanç bir yapıda olan Kabil, tarla işlerine bahçeye ve ağaçların bakımına yardım ediyordu. Kardeşinin aksine yumuşak huylu ve sakin bir çocuk olan Habil ise, hayvanların bakımı işiyle uğraşıyordu. Kabil, kardeşi Habil’i kıskandığından dolayı ona karşı kin ve nefret beslemiş, en sonunda da kardeşini öldürerek İnsanlık tarihindeki ilk cinayeti işlemiştir.

 ***

İshak ve Rebecca’nın oğulları olan Esav ve Yakup ikiz kardeştiler. İshak Peygamber iki oğlundan birini kutsamak istedi. Bunun için büyük oğlu Esav’ı uygun gördü. Fakat Yakup Peygamber bu kutsamadan yani hayır duasından önce bunu öğrendi. Bu sebeple büyük oğulluk hakkını abisi Esav’dan alma planı yaptı. Bir gün Yakup çorba pişirirken Esav avdan geldi. Yakup’a, “Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim” dedi. Yakup, “Önce sen ilk oğulluk hakkını bana ver” diye karşılık verdi. Esav, “Baksana, açlıktan ölmek üzereyim. İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?” dedi. Yakup, “Önce ant iç” dedi. Esav ant içerek ilk oğulluk hakkını Yakup’a sattı. Yakup Esav’a ekmekle mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Böylece Esav ilk oğulluk hakkını küçümsemiş oldu.

 ****

Kardeşleri tarafından kıskanılan Yusuf, bir kuyuya atılıp sonrasında kurtarılıp köle olarak İsmailoğulları’na satılır. Atılan iftiralar sonucu zindanlarda hayat süren Yusuf, bir gün Firavun’un rüyasını yorumlaması için huzuruna çıkarılır. Yusuf yedi yıl bolluk, yedi yıl çok şiddetli bir kıtlık olacağını söyler. Bolluk süresince ülkedeki ürünlerin beşte birini depolamasını, bilgili bir adamı da Mısır’ın başına geçirmesini tavsiye eder. Yusuf’un söylediklerinden çok etkilenen ve onun bilgeliğine hayran kalan Firavun IV. Amenhotep, mühür yüzüğünü parmağından çıkarıp Yusuf’un eline takar, adını Safenat-Paneah (Zafenadpena) olarak değiştirir ve Mısır’a hükümdar atar. Yusuf kıtlık yılları gelmeden önce toplayabildiği kadar tahıl toplayıp depoladı. Kıtlık zamanı geldiğinde herkes Yusuf’tan buğday satın almaya başladı. Yakup da oğullarını Yusuf’a yollar. Yusuf, kendisini tanımayan kardeşlerine geçmişte kendisine yaptıklarının karşılığı olarak bir oyun oynamaya karar verir.

Sinemamızda örneği olmayan bir türü deneyen Barış Atay, hem zamansız hem mekânsız bir atmosfer kurma yoluna gitmiş. Bu atmosferi post-apokaliptik, tiyatro sahnesi ya da western diye çok farklı türlerle tanımlamak mümkün; kendi ifadesiyle aktarırsam, yaşadığı alanlardaki yaşam kalitesini kaybedip kendi cennetlerini arayan insanların meselesini dert edinip, bunu da masalsı bir anlatımla vermeyi tercih etmiş.

İçinde yaşadığımız çağ ve coğrafya ile paralellikler gösteren çok bildik bir ifade aslında, üstelik yeni de değil; insanlık tarihi boyunca hep yaşanan ve kırılamayan bir kısır döngünün, savaşların, yıkımın, yurtsuzluğun, bir yere yerleşme ya da ait olamama, medenileşme, iktidara sahip olma, hükmetme ve eril rekabetin filmi Aden.

İlk filmle kıyaslamaya gidersek, türdeki değişimin Atay’ın rejisine de -haliyle- yansıdığı görülebilir. Oyunculuklarda zaman zaman göze çarpan zayıflıklar mevcut olsa da Ali Aga’nın kurgudaki başarısıyla gerilimi an be an hissedebildiğimiz sahneler mevcut. Mekân, dekor ve kostümde hem doğu hem batı dokusu harmanlanmış, ancak hepsi o kadar yeni, film için hazırlandığı öylesine bariz duruyor ki yaşanmışlık duygusunu vermiyor, keşke bu detaya daha çok dikkat edilmiş olsaydı. Gerek sanat yönetimi gerek bütçesel bakıldığında zayıf bir prodüksiyon olarak kalıyor film, hatta filmden ziyade özellikle iç mekan sahnelerde bir tiyatro oyununu izliyormuşuz hissi veriyor.

Prodüksiyon olarak bütçesel bir zayıflığın olduğu aşikâr, bunu sonradan edindiğim bilgiyle örtüştürdüğümde durumun hiç de yadsınacak olmadığını görüyorum, çünkü Aden tam anlamıyla “bağımsız film”. Çoğu sanat ve festival filmleri için kullanılan bu tanımlama Aden için tereddütsüz söylenebilir; çünkü hazırlık ve çekim aşamalarında Turizm ve Kültür Bakanlığı’ndan ve hükümete bağlı fonlardan hiçbir destek almamış bir sinema eseri.

Aden, Dünya prömiyerini 34. Varşova Film Festivali‘nin Uluslararası Yarışması’nda, Türkiye’deki ilk gösterimini ise İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdi ve Mansiyon Ödülü’ne layık bulundu. 26. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu (Funda Eryiğit) ve En İyi Sanat Yönetmeni (Devrim Ömer Ünal) kategorilerinde ödül kazandı. 25. Nürnberg Türkiye Almanya Film Festivali’nden de Seyirci Ödülü’yle ayrılan Aden ilginç bir sinema deneyimi sunuyor.

Şimdiden iyi seyirler.

Diğer Yazılar: Arzu Arda Deger
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir