Insıde Llewyn Davıs

İki Kafalı Yönetmen; Coen Kardeşler ve Bir Olamama Hikayesi – Inside Llewyn Davis

Coen Kardeşler şüphesiz yaptığı işlerle Amerikan Sinema Endüstrisi’nde şanslı diyebileceğimiz konumdalar. Bu konumu da şüphesiz sinemaya tutkuyla bağlanarak sağladılar. Bu tutkunun sinyallerini daha kariyerlerinin en başında, evlerinde bulunan çim biçme makinesini satıp, o parayla ufak bir el kamerası almalarıyla vermişlerdir. Çektikleri ufak kısa film ve deneysel işlerden sonra Blood Simple filmiyle, sinemanın unutulmaya yüz tutmuş noir film tarzına yeni bir nefes getirdiler. Yönetmenliğini ve senaristliğini yaptıkları neo-noir türündeki ilk filmleri Blood Simple’dan itibaren “Coen Kardeşler Sineması”nın en dikkat çeken özelliği, sanırım karakterler arası diyaloglar olabilir. Filmlerinde yer yer soğukkanlı ve absürt olarak da nitelendirebileceğimiz diyaloglar, olaylara sıra dışı haller yükleyebiliyor. Coenler hakkında ilgi çekici çok fazla detay var. Bunlardan birisi, filmlerini hala analog kameralarla çekiyor olmaları. Buna sebep olarak da özellikle bu konuda oldukça yetkin birisi olan Joel Coen’in, dijitalin hala analog kayıt kalitesini yakalayamadığını ileri sürmesi. Bir başka detay ise, filmlerinin sonunda cast listesinde, kurgu kısmına kurguyu kendi yapmalarına rağmen, Roderick Jaynes isminde hayali bir karakterin ismini yazmaları. Hatta Roderick’in Fargo filminden sonra, Akademi ödüllerinde en iyi kurgu dalında aday gösterilmesi garip bir vaka olmuştur. Bir başka detay da ilk izlediğimde beni de biraz şaşırtan Cannes film festivalinin 50’inci yılına özel çektikleri bir kısa filmde, Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler filmine gönderme yapmaları. Filmde bir çoban sinemaya gider ve sinemada seçtiği film Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler filmidir. Filmdeki meseleyi ise şöyle açıklıyor ikili “Mesele elbette bir çobanın böyle bir filmi anlayamayacak olması değil. Mesele, Amerika’da bir çobanın Türk filmi izleyebileceği sinemaların çok az olması”. Bunların dışında, ikilinin Cannes tarihinde bir ilki başararak bir filmle 3 ödül birden alması,(Barton Fink filmiyle; En iyi Baş Oyuncu, En iyi Film ve En iyi yönetmen) festival yönetmeliğinin değişmesine sebep olmuştu.

Filmlerinden, 2013 yapımı Inside Llewyn Davis filmini ele almak istedim. Filmde hikayenin dışında, hatta filmin bile dışında ön plana çıkan bir şey var. O da tabi ki filmin müzikleri. Filmde ana karakter olan Llewyn Davis’in hikayesi aslında 1940’lı yıllarda geçimini yaptığı bestelerle sağlamaya çalışan, bir Amerikan Folk müzisyeni Dave Van Ronk’un yaşamından yola çıkılarak ele alınmış. Filmde yer alan müziklerin çoğu da Dave Van Ronk’a ait.

Filmde ise ana karakter Llewyn Davis, Amerikan Folk Müziği’nin, hareketli müziklere karşı ayakta durmaya çalıştığı bir dönemde, gitarıyla ufak barlarda bestelerini söyleyerek yaşamını sürdürmeye çalışan bir müzisyendir. Llewyn Davis’in bir evi veya kurulu bir düzeni yoktur. Eski kız arkadaşının kanepesinde ve ablasının yakınmaları arasında mekik dokurken, şehrin de acımasız koşulları Davis’i oldukça zorlar. Üstünde giyecek paltosu yoktur. Ayakkabıları delik deşiktir. Beraber çaldığı yakın arkadaşı Mike, intihar etmiştir. Davis’i ayakta tutan tek şey ise başarabilme ve müzik arzusudur. Amacı besteleriyle önemli bir yere gelmektir. Bu uğurda en önemli hedefi, dönemin önemli yapımcılarına plaklarını dinletmektir. Bu amaçla Chicago’ya doğru yola çıkar. Yolculuğunda otostop çektiği arabadaki karakterler ise Coen filmlerinde görebileceğiniz türden. Tek kelime konuşmayan şoför ve onun eroinman patronu, filme farklı bir renk katıyor. Davis Chicago’da dönemin önemli müzik yapımcılarından Bay Grossman’a, bestelerini dinletmek için kulübüne gider. Davis için artık kariyerinde hep arzuladığı başarı, sadece birkaç metre önünde müziğini dinlemek için karşısındadır. Kulübün büyük salonunda, kapı aralığından gelen yoğun ışığın altında sanki bir hayal, bir umut gibi  Davis’e bakmaktadır. Davis bestesini Bay Grossman’a bu umutla söylerken, sonucu ise Davis için hüsranla bitecektir. Tırnaklarıyla kazıyarak ve kan dökerek tutunmaya çalıştığı müzik piyasası, ağzından para sözcüğüyle salya akıtan yapımcılarla yozlaşmıştır. Folk müzik, artık son nefesini vermeye yüz tutuyordur. Bunun sebebi ise artık para etmiyor oluşudur.

Bazen, hayatta sizin için önemsiz gibi görünen küçük bir söz veya bir görüntü, bir başkasının hayatında bir domino taşı etkisi yaratabilir. Davis’in hayatında bu domino taşı, yolculuğu sırasında bir benzinlikte, tuvalete girdiğinde gördüğü ‘’What are you doing (Ne yapıyorsun)?’’ yazısı… Davis daha ne kadar bu savaşa devam edebilirdi? Chicago’dan döndüğünde çabalamayı ve bu savaşı bırakıp, bir gemi filosunda çalışmaya karar verdiğinde ise işler onun için yine yolunda gitmeyecektir. Film Llewyn Davis’in tıpkı kurgusunda sonun başlangıca doğru gittiği gibi, kısır bir döngüde sıkışmıştır.

Hikaye özetle, olmayanı oldurmaya çalışan bir insanın savaşını anlatıyor. Filmin sonunda ise Bob Dylan’a güzel bir selam yer alıyor. Filmin başrolünde Oscar Isaac yer alırken, kendisine Justin Timberlake, John Goodman ve Carey Mulligan eşlik ediyor. Ayrıca film 2013 yılınca Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışıp, Grand Priex ödülünü kazanmıştır.

Diğer Yazılar: Furkan Aşkın
Kuzeyden Gelen Işık; Dogma 95
Avrupa sinemasına baktığımızda son yüzyılda farklı atılımlarda bulunuldu. Özellikle İtalyan yeni gerçekçiliği...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir