YAŞAYAN ÖLÜLERİN GECESİ

Night of the Living Dead (1990), usta yönetmen George A. Romero’nun 1968’de korku sinemasına sunduğu aynı adlı kült yapıtının yeniden çevrimidir.

Filmin yönetmen koltuğunda Tom Savini oturuyor. Senaryoyu George A. Romero ve John A. Russo, orijinal yapıttan sonra yeniden kaleme alıyor. Ana oyuncu kadrosuna baktığımızda ise sonraki yıllarda Candyman (1992) filmi ile ünlenen Tony Todd ve Patricia Tallman yer alıyor.

NOT:

”Tom Savini, korku filmleri ve George A. Romero’nun zombi filmleri ile yakından ilişkilidir. Savini, Dawn of the Dead (1978), Day of the Dead (1985), Dawn of the Dead (2004), Diary of the Dead (2007) filmleri dahil olmak üzere birçok korku filminde rol almış ve perde arkasında çalışmış, başarılı bir makyaj sanatçısıdır.”

Konu

Johnnie (Bill Moseley) ve Barbara (Patricia Tallman) kardeşler, şehirden çok uzakta olan bir mezarlıkta annelerini ziyaret etmeye giderler. Burada, yaşlı bir adam ile karşılaşırlar, adama yardım etmek isterlerken bir ölünün saldırısına uğrarlar. Bu saldırıda Johnnie, kız kardeşi Barbara’yı korumaya çalışırken başını mezar taşına vurarak hayatını kaybeder. Barbara, mezarlıktan kaçarak terk edilmiş bir çiflik evine sığınır ve çok geçmeden Ben (Tony Todd) ile tanışır. Barbara ve Ben, bu terk edilmiş çiftlik evinde başka insanların da olduğunu keşfeder.

Analiz (Spoiler içerir)

Filmde ölülerin ayaklanmasına sebep olan şeyin ne olduğu tam olarak açıklanmıyor. Bunun bir virüs, kimyasal silah, voodoo mistisizmi ve uzaylılar olabileceğine dair birden fazla teori ortaya atılıyor.

Bir adamın kırık bir boyunla dolaşmasını nasıl açıklayacaklar?

Ben, çiflik evine gelmeden önce başına gelen olayları Barbara’ya anlatıyor. Bunu yaparken gördüklerinin şaşkınlığı ve öfkesi ile olayları kendi kendine de sorguluyor. Bu sahnede Ben’in öfkesi, Barbara’nın ise mezarlıkta yaşadığı travmaya rağmen sakin ve soğuk kanlı duruşu dikkat çekiyor. Film ilerledikçe Ben’in öfkesi ve paniği hiç durulmuyor, evden kurtulacaklarına dair umudu azaldığında ise ona cesaret veren Barbara oluyor.

Ben, diğer odaların güvenli olup olmadığını kontrol etmek için yukarı çıktığında Barbara’nın çığlıkları ile hemen aşağı iniyor. Kilerden aniden fırlayan Cooper (Tom Towles) ve ev sahibinin kuzeni Tom (William Butler) ile tanışıyorlar. Tabii bu tanışma oldukça hararetli bir şekilde gerçekleşiyor. Tom, başından geçen herşeyi bir çırpıda Ben ve Barbara’ya anlatıyor. Bodrum katında; Cooper’ın karısı Helen (McKee Anderson) ölüler tarafından ısırılmış hasta kızları Sarah (Heather Mazur) ve Tom’un kız arkadaşı Judy (Katie Finneran) ile birlikte evde yedi kişi olduklarını öğreniyorlar. Çok geçmeden aşağısı mı yoksa yukarısı mı daha güvenli kargaşası başlıyor. Cooper, aksi davranışları ile kilere inmeleri konusunda ısrarcı oluyor. Cooper’ın bu tavrı Ben’i rahatsız etmeye başlıyor ve karşılık olarak yukarıda kalıp eve barikat yapmak istediğini söylüyor. Böylece iki karakter arasında film boyunca şahit olacağımız çatışma başlıyor.

Ben’in eve barikat yapma fikri Tom’un aklına yatıyor ve kız arkadaşı Judy ile birlikte yukarıda kalmayı, Ben ve Barbara’ya yardım etmeyi seçiyor. Cooper’ın iğneleyici sözleri Ben’i daha da öfkelendiriyor. Kilere inerek onlara yardım etmeyi reddediyor. Cooper, sadece Ben ile değil, karısı Helen ile de sürekli çatışma yaşıyor. Helen’in yukarı çıkıp diğerlerine yardım etmesine izin vermiyor. Ölüler tarafından ısırılmış durumu gittikçe daha da kötüleşen kızı Sarah’ya yardım edememesi, hiçbir şekilde yardımın da gelmemesi, içten içe azalan umudu ve ölüm korkusu karakteri bir yerde kontrolcü ve sürekli öfke patlamaları yaşayan birine dönüştürüyor. Bu da evdeki gerilimin artmasına ve diğer karakterler ile sürekli tartışma yaşamasına sebep oluyor.

Evin içerisinde büyük bir hareketlilik başlıyor. Bulabildikleri tüm tahta ve çivilerle pencereleri ve kapıları kapatmaya başlıyorlar. Ama burada yaptıkları büyük bir hatanın farkında olmuyorlar. Ölüler her ne kadar eve doğru gelsede daha çok evin etrafında dolaşıyorlar, karakterlerimizin çıkardıkları sesler ölüleri tamamen eve doğru çekiyor ve böylece kendi mezarlarını hazırlamış oluyorlar.

Barbara karakterinin değişimi

Yazının bu kısmında orijinal ve yeniden çevrimdeki Barbara’nın farklılıklarına değineceğim.

Orijinal yapıtta Ben’i ön planda, Barbara’yı ise daha arka planda kalan pasif bir karakter olarak görüyoruz. Barbara, erkek kardeşi Johnny’nin mezarlıktaki ölümüne şahit olduktan sonra kendi iç dünyasına çekilerek ağır bir depresyona giriyor. Yaşadığı şok ve travmanın etkisiyle uzun süre hareketsiz kalıyor, hiçbir tepkiye yanıt vermiyor. Sonrasında ise aniden tepki vererek taşkın davranışlar sergiliyor ve öfke patlamaları yaşıyor. Kısacası Barbara, katatonik bir duruma bürünüyor.

Oysaki yeniden çevrimdeki Barbara’ya baktığımızda ise yaşadığı travmayı üzerinden çok daha çabuk atıyor. Kısa saçları ve giyim tarzı ile daha maskülen, dışa dönük, cesaretli, güçlü, asla pes etmeyen, her zaman bir çıkış yolu arayan, baştan aşağı her şeyiyle değişen zeki, savaşçı bir kadın kahraman figürüne dönüşüyor. Tıpkı Alien fimlerindeki ”Ellen Ripley” gibi.

Özellikle filmin sonlarına doğru, Barbara’nın kendinden emin duruşuyla ”Onlar biziz. Biz onlarız, onlar da biziz.” repliği ve Cooper’ı yaşadığı halde hiç tereddüt etmeden vuruşu onu adeta bir ”son kız” gibi ön plana çıkarıyor.

Stil-teknik

Orijinal yapıta saygısızlık olmaması adına kanın aşırı kullanımı olabildiğince sınırlı tutulmaya çalışıldı. Özel efekt ekibi, ölülerin görünümünü gerçekçi kılabilmek için adli patoloji ders kitaplarından yararlandı.

Tom Savini, filmi sanatsal açıdan daha belirgin yapmak istedi hatta açılış sekansını siyah beyaz yapmayı düşündü ama bu ve birçok düşüncesini gerçekleştiremedi. George A. Romero’nun sette olmaması ve yapımcıların müdahelesi Savini’nin kendi vizyonunu tam olarak ortaya çıkarmasını engelledi.

Filmin en çarpıcı noktası Helen ve Cooper’ın kızı Sarah’nın dönüşmüş bir şekilde ortaya çıkış şeklidir.

Helen, kilere tek başına indiği zaman Sarah’yı yattığı yerde göremiyor, meraklı gözlerle etrafa bakınırken kızının ayaklanmış bembeyaz yüzü, soluk mavi ve griyimsi gözleri ile ona doğru yaklaştığını görüyor ve hiçbir şey yapamadan çaresizce kendini kızına teslim ediyor. Bu sahnede, Sarah’ın annesi Helen’i boynundan ısırdığında kanın estetiksel bir şekilde duvar malasının üzerine sıçrayışı, (Orijinal yapıtta annesini duvar malası ile öldürüyor) Helen’in acı dolu çığlıkları, Tom Savini’nin orijinaline sadık kalmaya çalışarak sanatsal bir film ortaya çıkarmak istediğinin en iyi örneklerinden biri oluyor.

Sarah’nın dönüşümü evdeki ipleri de tamamen koparıyor. Ben, Sarah’yı vurmaya yeltendiği sırada, Cooper, Ben’e ateş açıyor ve ikili arasındaki sözlü çatışma yerini silahlı bir çatışmaya bırakıyor. Sarah’ın görünümü, yürüyüşü, bakışları filmin en heyecanlı, korku dolu anlarını oluşturuyor.

Ölüler mi daha tehlikeli yoksa yaşayanlar mı?

Barbara, filmin başından beri hem aşağının hem de yukarının güvenli olmadığının ve tek kurtulma yolunun ölüler ile birebir savaşmak olduğunun farkında olan tek karakter oluyor. Asıl tehlikenin ölüler olmasına rağmen karakterlerin bencilce davranışları, sürekli birbirleri ile çatışmaları, planlı ve kolektif olarak hareket edememeleri onları trajik bir şekilde ölüme götüren etken oluyor.

Helen, kızı Sarah tarafından ısırılıyor. Tom, bir anlık paniğe kapılarak benzin pompasına ateş açıyor ve Judy ile birlikte havaya uçarak ölüyor. Ben, Cooper tarafından vurulduktan sonra kan kaybından ölüp dönüşüyor. Barbara, Cooper’ı, Ben’in ölümünden ve diğer tüm olanlardan sorumlu tuttuğu için başından vurarak öldürüyor. Gördüğümüz gibi sadece Helen ısırılarak ölüyor, onun haricindeki diğer karakterler yaptıkları hatalar yüzünden kendi ölümlerine sebep oluyorlar.

Barbara ise ölülere karşı olan bu fiziksel ve psikolojik savaştan sağ çıkan tek karakter oluyor.

Night of the Living Dead, vizyona girdiği dönem karışık eleştiriler almış olmasına rağmen korku fanatikleri arasında çok sevilen ve başarılı yeniden çevrim korku filmleri arasında gösterilen bir film.

Ayrıca; korku sinemasında ”Barbara” karakteri çok anımsanmasa da korkuseverler tarafından Ellen Ripley (Alien), Laurie Strode (Halloween) gibi savaşcı, kahraman kadınlar arasında kabul ediliyor.

Diğer Yazılar: Ayfer Kaplan
ŞEYTANIN ÖLÜSÜ
The Evil Dead (1981), usta yönetmen Sam Raimi’nin ilk uzun metrajlı film...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir