“YUNAN TUHAF DALGASI”: SİNEMADA KARŞI KÜLTÜRÜN BİR YANSIMASI

Yunan Sinemasının Tarihsel Gelişimi

Slavoj Zizek’e göre, bir film yalnızca insanları eğlendirmeyi ve toplumsal sorunlardan uzaklaştırmayı amaçlayan salt ticari bir ürün değildir. Filmler kurmaca yapılarıyla insanlara hayali bir dünya sunarken bile mutlaka toplumsal bir olay ve olguyla ilgili bir düşünce içerir Sinema içinde bulunduğu dönemi ve o dönemin kültürel yaşamını izleyiciye yansıtan bir aynaya benzer. Yunan sinemasında özellikle son dönemde yükselen “tuhaf dalga” adlı ekol, ülkedeki sosyo-kültürel değişim ve dönüşümlerin yansıdığı sanatsal bir aynadır adeta. Özellikle 2000 sonrası Yunan sineması içerisinde ortaya çıkan bu akım, otoriter devlet yönetimine karşı gelen bir başkaldırı niteliğindedir.

Yunan sinemasının kökenleri 1897 yılına dayanır. Lumiere Kardeşler’in sinemayı insanlarla buluşturduğu 1895 yılından iki yıl sonra, Atina’da ilk film gösterimi gerçekleşir. O dönemde sinema her ne kadar kilise çevrelerince “şeytan işi” olarak değerlendirilse de Manastırlı Yannis ve Miltos Manakis Kardeşlerin çektikleri haber filmler Yunan toplumu tarafından büyük bir ilgiyle karşılanır. 90’lı yılların başından 50’lere kadar Yunan Sineması’nda pek çok film (Golfo, 1914; Villar, 1920; Alkışlar, 1943; Kurtlar, 1951; Çıplak Ayaklı Tabur, 1953) çekilirken (Teksoy, 2009: 469) çekilir. 1960 sonrası toplumsal değişim ve dönüşümlerin gölgesi altında başka bir yöne evrilmeye başlar. Bilhassa 2. Dünya Savaşı ve ardından gelen iç savaşla durgun ve kaotik bir dönem yaşayan Yunanistan’da, 60’ların başından itibaren iyileşen ekonominin de etkisiyle toplumsal bir rahatlama yaşanırken, tüketim kültürü de gelişmeye başlar. Televizyonun da her evde yerini almasıyla birlikte Yunan sinemasında bir yükseliş yaşanır ancak 1967 Albaylar Cuntası ile otoriter bir yönetime geçilmesi, sinemanın bir propaganda aracı olarak hizmet etmesine neden olur [1].

Yunanistan’da eleştirel bir dil takınarak deneysel tekniklerin kullanıldığı politik bir sinemanın oluşmaya başlaması, askeri idarenin devrildiği 1974 yılını bulur. Yeni Yunan Sineması olarak ifade edilen bu akım, anaakım sinemanın aksine toplumun sorunlarına odaklanıp, militan ve deneysel teknikler kullanır. Ayrıca yeterince destek bulamadıkları için çoğu film yapımcısı birbirlerine gönüllü olarak katkıda bulunur [2]. Daha çok Angelopoulos filmleri ile anılan bu filmler, Yunan Sineması’nın kendi bağımsız ve “yeni” dilini oluşturması açısından bir temel teşkil eder. 

Fransız Yeni Dalga Akımının Etkisi

Yunan Yeni Dalgası, kökenlerini sinema tarihinin en önemli akımlarından biri olan Fransız Yeni Dalga (Nouvelle Vague) hareketinden alır. İlk örneklerini yazınsal alanda gösteren ‘yeni dalga’ kavramı, 1960’ların başında sinema alanına da sıçrar. Bu sıçrama da Les Cahiers du Cinema (Sinema Defterleri) dergisinin de büyük payı vardır. 1951 yılında kurulan derginin genç yazarlarından François Truffaut, Jean-Luc Godard, Claude Chabrol, Eric Rohmer ve Jacques Rivette Yeni Dalga akımının en önemli temsilcileridir. Truffaut’nun Fransız Sinemasının Belirli Bir Eğilimi (Une Certaine Tendance du Cinema Français) başlıklı yazısı alışılagelen sinema kalıplarının tersine çevrilmesine ve sinemada yeni bir dilin oluşmasına vasıta olur. Genç yönetmenler sinemayı insanları eğlendirmek, milli duygulara hitap ederek propaganda yapmak ve tüketime teşvik etmek için bir silah gibi kullanan klasik anlatıyı yani popüler sinemayı eleştirir.

Rosselini’yi öncü olarak gören Yeni Dalga’nın en öne çıkan özelikleri filmin parçalara ayrılması, diyalogların ve sözlü yorumların geniş yer kaplaması, stüdyolardan çıkarak mekân olarak sokakların tercih edilmesi, öz-bilinçli bir film anlatısına sahip olması, genelde konuşmalardan oluşan aksiyon yapısının bulunması ve kameranın gözlemci yani belgesel havasında kullanılmasıdır [3]. Genelde profesyonel olmayan oyuncularla çalışan Yeni Dalga yönetmenleri Paris sokaklarını, burjuvazinin açmazlarını, günlük yaşamın sıradan ayrıntılarını konu edinen bireyci bir sinema dili kullanır. Toplumsal konulardan ziyade bireysel sorunlar öne çıkar. Kişiler içinde yaşadığı hayatı ve deneyimleri yer yer kamerayla yani izleyiciyle konuşarak sorgular.

“Yunan Tuhaf Dalgası”: Sinemada Karşı Kültürün Bir Yansıması

Fransız Yeni Dalga akımı her ne kadar politik tavırdan uzak, bireysel bir kültürün yansıması olsa da Yunan Yeni Dalga olarak da bilinen Yunan Tuhaf Dalgası, ülkede yaşanan sosyo-ekonomik olayların bir sonucu ve bu olaylara verilen bir tepki olarak ortaya çıkar. 1974 yılında demokrasiye dönüş yapan Yunanistan, neoliberal politikaların da etkisiyle Avrupa ile olan ilişkilerini artırır. 1981 yılında Avrupa Birliği’ne katılan Yunanistan, 2001’de Avrupa para birimi olan Euro’yu kabul eder. 2000’li yılların başında Atina Olimpiyat Oyunları ile ekonomik olarak büyümeye başlayan ülke, 2008’e gelindiğinde “kredi krizi” olarak bilinen küresel mali krizden etkilenerek ciddi bir düşüş yaşar[4]. Bu krizle birlikte ülke, iyi eğitim alan gençler dâhil olmak üzere büyük bir işsizlikle karşı karşıya kalır. Ekonomik kalkınmanın getirdiği tüketim kültürü ve Avrupa’yla olan olumlu ilişkileri çerçevesinde beklentilerini artıran genç nesil kriz yıllarında hayal kırıklığına uğrar. Genç protestocular eşliğinde bankalar, vitrinler, kütüphaneler ve tarihi binalar gibi ülkenin kültürel ve ekonomik sembollerine saldırmaya başlar [5].

Yunan sinemasında yeni dalga hareketine zemin hazırlayan etkenlerden birisi de Aralık 2008’de on beş yaşında Alexis Grigoropoulos adında bir öğrencinin, Atina’da bir polis tarafından öldürülmesi sonrasında başlayan protestoların ulusal bir isyana dönüşmesidir. Olayın sorumluluğunu üstlenmeyen sağ-muhafazakâr partinin, protestoculara karşı kullandığı şiddete karşı kitlesel bir başkaldırı düzenlenir. “2008 Aralık Olayları” olarak adlandırılan gösteriler özellikle Facebook ve Twitter gibi sosyal medya araçlarının vasıtasıyla ülke çapında milyonlarca insanın katılımıyla gerçekleşmiştir [6].  Yunan toplumunda mali krizle ateşlenen bu gerilim dolu ortam, gündelik yaşamda olduğu kadar sanat alanında da tepkiler ve başkaldırılara sebep olur.

Kriz döneminde devlet fonlarından büyük ölçüde yoksun olan Yunan Sineması, bu kaotik ortama rağmen uluslararası alanda başarı kazanan birçok filmle adını duyurmaya başlar. Çekilen bu filmler kısa süre içerisinde büyük beğeni ve ödül kazanarak ülkede bağımsız bir sinema kültürünün –Yunan Yeni Dalga Sinemasının- oluşmasına katkı sağlar. Yeterli destek ve fon bulamayan bu filmlerin pazarlanması oldukça zor olduğu için özellikle uluslararası film festivalleri yönetmenlerin sesini duyurmaları için önemli bir fırsattır.

Yunan Yeni Dalga filmlerinin ardında yatan tek etmen ülkedeki ekonomik ve politik ortam değildir. 2000 sonrası hızla gelişen teknolojileri sosyal medyanın öne çıkması, yükselen internet teknolojisi, özellikle sinema alanında büyük kolaylık sağlayan dijital video kayıt sistemlerine geçiş, renk ve özel efektlere olanak sağlayan teknolojilerin gelişmesi gibi birçok dijital yenilik bu filmlerin kolay ve ucuz bir şekilde üretilip dağıtılmasına yardımcı olur [7].

Lanthimos ve Koutras Etkisi

Görüldüğü üzere ülkenin kötüleşen ekonomisi ve kaotik siyasi ortamı Yunan Sineması için karşıt ve zengin bir sinema kültürünün oluşmasını sağlar. Yunan Tuhaf Dalgası içerisinde yer alan filmler, yeni teknolojileri kullanarak geçmiş dönemdeki sinema anlayışını yeniden şekillendirir. Düşük bütçeyle, daha kolay ve hızlı bir biçimde çekilen filmler, üretken ve devrimci bir sinema anlayışını beraberinde getirir. Devrimci olarak tasvir edilmesinin nedeni Yunan sinemasının 1970 yılında yönetmen Theo Angelopoulos’un Reconstuction filmi ile birlikte politik ve kişisel bir yöne doğru evrilmesidir.

Yunan Tuhaf Dalgasının günümüzde en önemli temsilcilerinden biri olan Yorgos Lanthimos’un Dogtooth (2008) filmiyle bu eleştirel tavır iyice ivme kazanır. Yunanca adıyla Kynodontas filmi, bir baba ve annenin, üç yetişkin çocuğunu, dış dünyayla hiç bağlantısı olmayan bir ortamda büyüttükleri bir çiftlik evinde geçer. Aile, çocuklarına dünyanın gerçek doğasını tamamen yanlış bir şekilde öğretmiştir. Örneğin, uçakların geleneksel olarak düştüğünü ve köpeklerin insanları öldürebileceğini söyleyerek dış dünyayı tamamen çocuklarına yabancılaştırmışlardır. Çocuklar, dışarıdaki dünya hakkında hiçbir gerçek bilgiye sahip olmadan büyümüşlerdir ve bu da onların dünya görüşlerini, davranışlarını ve algılarını oldukça bozuk bir şekilde şekillendirmiştir. Film kültür ve iktidar kavramlarının dışında aile içi ilişkilerdeki güç dinamikleri, bireysel özgürlük ve bağımsızlık gibi derin konulara da gönderme yapar.  Otoriter bir baba üzerinden toplum, aile, dil ve kültür sorunsallaştırılır.

Lanthimos’un 2015 yılında çektiği The Lobster filminde yine çağdaş dünya insanının sorunları gündeme getirilir. Kültür ve ahlaki kurallar üzerinden kapitalist sistem ve yabancılaşmaya gönderme yapılır. Film, bekar insanların bir otelde toplandığı bir dünyada başlar. Bu insanlar, 45 gün içinde bir eş bulamazlarsa, dönüşüme uğrayarak, en başta kendileri için seçtikleri bir hayvana dönüştürüleceklerdir. Otel müşterileri, bir eş bulmak için belirli özelliklere sahip olmaları gerektiğine inanırlar. Örneğin, birinin aynı şekilde burun kanaması olması, aynı yalanı sürekli söylemesi gibi tuhaf kriterler belirlenmiştir. Hikâye, bir adamın etrafında döner. Colin Farrel’in canlandırdığı bu karakter, karısı tarafından terk edildikten sonra soluğu bu otelde almıştır. Otelden kaçış girişimi başarısız olunca David, ormanda yaşayan isyankâr bir grup insanın yanına kaçar. Bu grup, geleneksel ilişki düzenine karşı çıkan ve “yalnız olma” özgürlüğünü savunan bir grup insanı temsil eder.

Bu anlamda film, aşk ve evililik temaları üzerinden iktidar, gözetim, panoptikon, özgürlük ve normlar üzerine pek çok derin konuyu sorunsallaştırır.  Lanthimos’un kara mizah ve tuhaf dünya yapısı, bu filmi izleyiciler için ilginç ve düşündürücü kılar. Böylece Yorgos Lanthimos Dejenere olmuş bir toplumu ve medeniyete erişme yolunda insanın kendi varlığının kaynağını unutup, toplumsal normlara ve iktidarın kurallarına uygun yaşadığı çağdaş sorunlara değinir alt metninde. Ki son filmi Poor Things’de bunu id-ego-süper ego sarmalında daha bariz biçimde tasvir eder. Film, kadın hakları, bilim, etik ve toplumsal normlar gibi temalara odaklanır.

“Poor Things”, Bella Baxter (Emma Stone) adında genç bir kadının hikayesini anlatır. Victoria, bir nevi Frankenstein hikayesinin modern bir yorumu olarak görülmüştür. Bebeğinin beyninin nakil edildiği bir kadının ölümden bu sayede döndürüldüğü ve böylece bilim ve etik konularını da merkezine alan bir hikayesi vardır filmin. Bilim insanı ve mucit “Dr. God”ın (Willem Dafoe) yarattığı bu yeni bedenle hayata döndüğünde, Bella’nın onun dünyasında büyük bir değişim yaşanır. Artık toplumun bir parçası olarak yeni bir kimlik kazanmıştır. Film, Bella’nın henüz kültürü ve dili yeni öğrenmeye başlayan yetişkin bir bebek olmasından ötürü toplumsal kurallardan, ahlaki değerlerden yoksunluğunu mizahi bir şekilde betimler. İnsanın ahlak ve medeniyeti öğrenmeden önce yani tamamen dürtüleriyle hareket ettiğinde ne denli özgür olabileceğini de tartışır böylece. Kısacası Lanthimos’un yine medeniyete, toplumsal ilerlemeyle kaybedilen özgürlüğe dair bir sorunu vardır.

Yunan Tuhaf Dalgasının bir diğer önemli yönetmeni ise Panos H. Koutras’dır. Koutras’ın en öne çıkan filmi Strella (2009) filmi muhafazakâr bir toplumda trans kadın sorununa odaklanırken, ötekileştirilen transseksüel Atina topluluğunu ve onların kentlerdeki bastırılmış yaşamlarını anlatır. Adam öldürmekten 14 yıl hapis yatan bir adam, Atina’da özgür kaldığı ilk gecede, bir otelde transeksüel bir bireyle tanışır. Bu kişi Strella’dır. Yiorgos ve Strella, birlikte zaman geçirdikçe yakınlaşırlar ve bu ilişki, Yiorgos’un hayatını yeniden değerlendirmesine ve kimliğini keşfetmesine neden olur. Film, cinsiyet kimliği, aşk, aile ve kabullenme gibi derin konuları ele alır. Yiorgos’un kendi içsel çatışmaları ve Strella ile olan ilişkisi, film boyunca dramatik bir şekilde ilerler. Aynı zamanda film, Yunanistan’ın toplumsal normları ve aile yapısı gibi konuları da gözler önüne serer. Sonraki filmi Xenia (2014) ise Koutras, yine transseksüeller gibi toplum tarafından marjinalize edilen bir diğer grup olan göçmenleri merkezine alır. Arnavutluk’tan Yunanistan’a göç eden iki kardeş üzerinden toplum normlarına meydan okur.

Eleştirmenler tarafından “garip” ya da “tuhaf” olarak nitelendirilen bu filmler absürd, komik ve provakatif yapılarıyla öne çıkar. Uzun sahneler, uzun diyaloglar, boş çerçeve, durağan kamera, net olmayan görüntüler sessizlik ve ifadesiz oyunculuklar gibi minimal tekniklerden sıkça faydalanır. Genellikle Yunanistan’da çekilmiş ve Yunan toplumunu betimliyor olsalar da zaman ve uzamsal bir bilinmezlik mevcuttur [8]. Bu anlamda Yunan Yeni Dalga filmlerinin içinde bulunduğu kültür ve toplum özelinde evrensel bir dil takındığı düşünülebilir. 

  Yönetmen Lanthimos tarafından ortak bir akım ve ortak bir film dili olmadığını dile getirse de Yunan Yeni Dalga Sineması bir takım ortak özellikler ve yinelemeler içerir. Filmlerin doğrusal ve mantıksal bir kurguya sahip olmaması, güzelliğin ve estetiğin bilinçli yıkımı, şiddet, düzensiz ya da çarpıtılmış ilişkiler bu filmlerin ortak özelliklerinden yalnızca bir kaçıdır. Ayrıca her ne kadar Yunan toplumunu ve insanını yansıtsa da merkezine aldığı konular ve karakterler toplumun geri kalanı tarafından ötekileştirilen, içinde bulunduğu sisteme yabancılaşan, politik olarak marjinalize edilen topluluk ve bireyleri anlatır. Yunan Yeni Dalga Sineması bu anlamda sembolik bir anlatım dilini kullanarak, mevcut statükoyu eleştiren bir karşı duruş olarak nitelendirilebilir. Aile, din, eğitim ve yönetim gibi kavram ve kurumları sorunsallaştıran, patriarkal sistemin altını oyan, insanın var oluşunu ve benliğini bastıran tüm kültürel ve toplumsal değerleri tartışan “ayrıksı” bir sinema hareketidir. Bu anlamda Yunan Yeni Dalga filmleri, kimin zaman izleyeni rahatsız eden saldırgan bir dil kullanırken, kimi zaman insanı düşünmeye itecek metaforik bir anlatı yapısı benimser. Konvansiyonel sinemadaki gibi karakterle özdeşleşip katarsis –arınma- yaşayarak salondan çıkan izleyicinin önüne geçer. 

Öykülerinin başı, sonu belli olmayan bu filmler, bir öykü anlatmaktan yerine mesaj vermeye odaklanır. Böylece Yunan Tuhaf Dalgası ya da diğer ifadelerle “yeni”, “garip”- akımı gerek değindiği konular ve temalar gerekse sinemasal tercihleri ve anlatım dili açısından mevcut statükoya karşı gelen revizyonist bir sinema olarak anılır. Yunan toplumunun tarihsel serüveninden izler taşıyan bu akımın, politik duruşu onun farklı bir film kültürüne imza atmasını sağlar. Kültürel değerlere farklı bir perspektiften bakan Yunan Tuhaf Dalgası, özellikle aile gibi toplumsal ve eğitim gibi resmi olan kurumları eleştirir. İzleyicinin filme kapılıp gitmesinin önüne geçerek, filmle izleyen arasına özdüşünümsel mesafe koyar: Yunan Yeni Dalga Sinemasında film, yalnızca bir filmdir ancak her film aynı zamanda politiktir.


[1] Özsüer, E., (2017). Popüler Kültür Açısından Yunan Sinemasında “Fustanella” Filmleri ve Anti-Türk Propagandası.   Halil İnalcık Armağanı IV (pp.114-161), Ankara: Doğu Batı Yayınları.             

[2] Bilis, A. E. (2018). Yorgos Lanthimos Filmlerinde Distopyan Temsiller. Akdeniz Iletisim, (29).

[3] Kovacs, B. A. (2010). Modernizmi Seyretmek. (Çev. Ertan Yılmaz), Ankara: De Ki.

[4] Papadimitriou, L. (2014). Locating contemporary Greek film cultures: Past, present, future and the crisis. Filmicon: Journal of Greek film studies2(1), 1-19.

[5] Varmazi, E. (2019). The Weirdness of Contemporary Greek Cinema. Film International17(1), 40-49.

[6] Yazıcı, Esra (2019), Marmara Universitesi (Turkey) ProQuest Dissertations Publishing,  2019. 28245410.

[7] Yazıcı, Esra (2019).

[8] Yazıcı, Esra (2019), Marmara Universitesi (Turkey) ProQuest Dissertations Publishing,  2019. 28245410.

Diğer Yazılar: Pelin Oduncu
ZAVALLILAR
Alice Uygarlık Diyarında: Poor Things “Dinozor türü yok olup gitti ve yerini...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir