Yolumuz Yol Değil

  • “Ne fena bir dönemdeyiz, başımıza gelmeyen kalmadı!”
  • “2019 bitsin diye dua ettik 2020 daha kötü başladı!”
  • Bu nedir, bir zombiler eksik, onlar da gelsin bitsin bu çile”
  • “Gelmiş geçmiş en şanssız nesil biziz, her fenalık bize denk geliyor”

Sosyal medyada bu aralar çok sık rastladığım bu ve benzeri fikirlere karşı “şanssız mıyız, kime göre neye göre?” diye sormak istiyorum. Ölçütümüz salgın hastalıklarsa, Avrupa nüfusunun yarısını götüren vebaları gördü dünya. Çekirge istilası mı? Tarih, bütün mahsulün yok olduğu, kıtlıkların başladığı örneklerle doludur. Savaşlar mı? Kesintisizdi. Doğal afetler? Hiç eksik olmadılar. Neslimizi insanlık tarihinin biricik örneği sanıyoruz ancak bu yersiz bir böbürlenme gibi geliyor bana. Geçmiş nesillerle kıyamet beklentimiz bile benzeşiyor. Tarih boyunca var olan, özellikle binyıl dönümlerine yaklaştıkça azan kıyamet beklentisi, 2000 yılına girdiğimizde de ortaya çıkmıştı ve bir bilgisayar virüsü kıyameti koparılmıştı. Günümüzde ise küresel ısınma, herhalde daha uzun süre başlıca kıyamet yapıcımız olarak gündemimizi haklı olarak kaplayacak. Bugünün insanını geçmiştekilerden ayıran, çok değil birkaç yüzyıl önce ile günümüz arasındaki fark ise olsa olsa felaketlere çare üretme yeteneğimizin artışıdır.

Ya bu yeteneğimiz de ortadan kalkarsa? Cormac McCarthy’nin 2007’de Pulitzer ödülü almış olan kitabından sinemaya uyarlanan, John Hillcoat’ın yönettiği ve başrollerde Viggo Mortensen, Kodi Smit-McPhee ve Charlize Theron’un yer aldığı 2009 yapımı Yol, “kıyamet sonrası” denilen türde bir film. Karanlık atmosferi ve karakterlerin yaşadığı zihinsel ve fiziksel gerilimler, izleyiciyi de geriyor. Dahası film, küresel bir felaketi yaşadığımız bugünlerde “ya başımıza bu derece bir felaket gelirse ne yaparız?” diye düşündürtüyor. Ya çözüm üretebilme yeteneğimizi de yitirirsek? Uzmanlaşmanın bu kadar yoğun olduğu bir çağda, örneğin penisilinin antibiyotik özelliğini biliyor olsak bile sıradan insanlar olarak onu üretmenin yolunu nasıl buluruz? Filmde sahile ulaşma ümidiyle yola koyulan baba-oğulun yerinde olsak, bugün insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olduğunu bir kez daha anladığımız sabunu bile imal edemeyecek durumda olmaz mıyız?  

Elbette bu filmi yeni izlemiş olmam tesadüf değil. Beni “izle” tuşuna basmaya iten temel güdü, içinde olduğumuz felaket atmosferinden kaynaklandı. Mücbir sebeplerle sokağa çıkıp İstanbul’un alışık olmadığımız boş caddelerini gördükçe filmden sahneler gözümün önüne geliyor hala. Başımıza gelmez sandığımız, hep filmlerin konusu olan her şeye, savaşlara, kıtlıklara, felaketlere o kadar yakınız ki…

Filmde bir sahnede, karakterlerden biri felaketin geleceğini bildiğini ancak hiçbir şey yapamadığını, elinden bir şey gelmediğini söylüyor. Günümüzün en önemli açmazlarından biri de öngörmenin çözüm olmayışı. Bilimsel gelişmişlik düzeyimiz keskin öngörüler yapmamızı sağlıyor ancak ne hikmetse öngörü çözüme gitmeyi garantilemiyor. Küresel ısınmanın gelişini ve etkilerini on yıllardır öngörüyoruz ancak gidişata engel olamıyoruz; dünyamız ısınmaya, buzullar erimeye, sular yükselmeye, iklim değişmeye devam ediyor. Daha önce SARS ve MERS salgınlarına yol açan Koronavirüs’ün bir salgına daha, üstelik bu kez küresel çapta bir salgına yol açabileceğini öngördük ancak gerçekleşmesine engel ol(a)madık. Malum Çin SARS salgını sonrası vahşi hayvanların pazarlarda satışını durdurmuştu ancak sonra yeniden serbest bıraktı. Sonuç, Covid-19 denilen yeni koronavirüsün yol açtığı küresel salgın…

Açık ki insanlık gelişiyor, ancak geliştikçe doğayı tüketiyor ve kendi yok olma koşullarını da üretiyor. Büyük ve küçükbaş hayvancılık kızamık gibi hastalıklara yol açmıştı. Vahşi yaşama doğru yayıldıkça bu kez Koronavirüs gibi yeni hastalık yapıcılarla karşılaşıyoruz. Görünen o ki gittiğimiz yol, yol değil. Silkinmemiz gerektiği kesin. Kapitalizm gerek doğayı gerekse de insan dahil her tür canlı yaşam ve emeğini sömürüye dayalı olması nedeniyle sürdürülemez bir düzen… Onu ne kadar dizginlersek o kadar bağışıklık kazanıyoruz. Aksi halde felaketler yaşıyor ve hastanelerini yeniden devlet denetimine alan İspanya gibi geri adım atıyoruz. Cehalete meyletme ve bilimsel düşünceden uzaklaşma gibi küresel olgular var oldukça bu tür felaketleri yaşayacağız gibi gözüküyor. ABD Başkanı dahi olsanız bir virüs salgınıyla cahil cahil alay ettiğinizde ağzınızın payını alırsınız. Çünkü sağlık politikaları ciddi konulardır ve ciddiyetle ele alınmaları gerekir. Sağlık gibi en temel bir hakkın dahi özelleştirilmesi, kâr amaçlı işletmelerin insafına bırakılması son derece akıl dışı… Filmde olduğu gibi bize hayır getirip getirmeyeceğini bilmediğimiz bir yolda inançla yürüyoruz.

Diğer Yazılar: Akın Öge
Suyun Sesi ya da Hollywood’da Zamanın Ruhu
Sinema, içinde üretildiği çağın etkisini -elbette ve kaçınılmaz olarak- üzerinde hisseder. Örneğin...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir