Yaratık: Covenant

1979 yılında Alien serisi yapımcılara seriyi devam ettirmek için gereken başarıyı sağlayarak yola çıktı. H.R. Giger daha önce sinemada karşılaştığımız uzaylılara göre çok daha farklı şekilde tasarladığı Alien ile sinema tarihine benzersiz bir “yaratık” kazandırdı. Yönetmenlerinin ve oyuncularının katkılarıyla da yıllar boyu devam filmleri çekilen bir efsane ortaya çıktı. Ancak James Cameron, David Fincher, Jean Pierre Jeunnet gibi yönetmenler devam filmlerinde yer alsa da hiçbirinin Ridley Scott’ın yönettiği ilk film kadar sevilmediği de bir gerçek. Serinin yaratıcısı Ridley Scott’ın oluşturduğu evren, korku ve gerilimi mükemmel bir şekilde sunmasını sağlayan klostrofobik ortam ve Alien’in içinde bulunduğu sahnelerde dahi gerçekçiliğini (dönem şartlarına göre) kaybetmeyen sahneler filmin unutulmazlar arasına girmesini sağladı. Dolayısıyla yıllar sonra serinin, ilk filmin de öncesini anlatacağı yeni filmleri çekilmeye başlanacağı zaman da yönetmen koltuğunda yeniden Ridley Scott’ı görmek hepimizi heyecanlandırdı. Yeni serinin ilk filmi Prometheus’u farklı açılardan ele aldığımızda felsefesi açısından sorunlu, bilimkurgu olmasına rağmen bilimden oldukça uzak, Ridley Scott’tan beklemediğimiz mantık hatalarıyla karşılaştığımız ama görsel efektler ve yönetmenlik anlamında ise vasatın üzerine çıkabilen bir yapım.

Alien: Covenant filmi ise Prometheus’un ardılı olarak aynı felsefeyi takip ediyor. Yaratılış konusunu sorgulayan Prometheus’u takip eden yapım bir bilimkurgu için yine bilimsel birçok maraza sahip. Gerilimi dozunda, efektleri sağlam bir yapım olsa da bilimkurgu derken dudak büktüren bir film Alien: Covenant. Neden mi? Birincisi bilim insanlarının bilimi ve mantıklarını kullanmadaki aciziyetleri (Prometheus’ta çok daha fazlaydı). İkincisi ise filmin oluşturmaya çalıştığı felsefenin temellerinin yanlış atılması. Özellikle Prometheus’ta araştırma yerine içinde bulunulan şartları kabullenme ve inancın bilime karşı aldığı “galibiyet” Alien: Covenant’da aynı derecede hissedilmese de sorgulamanın şeytani bir iş olduğunu hissettiriyor. Mitolojideki Prometheus’un bilimi (ışığı) insanlığa verme adına çektiği acılar, filmde neredeyse terse dönüyor.

İçiniz el verip bu eksikleri bir kenara bırakıp sadece gerilime odaklandığınızda ise Ridley Scott bu kez türün hakkını veriyor. Elbette ilk filmde H.R. Giger’ın muhteşem sanatçılığıyla birlikte yönetmenin oluşturduğu dünya, bu film için işlerini bir hayli kolaylaştırıyor. Bu kez ilk filmle kıyaslanamayacak teknolojik imkanlara ve bütçeye de sahip olunca Ridley Scott tabiri caizse kamera arkasında döktürüyor.

1979 yılındaki ilk Alien filminin bu kadar sevilmesinin en önemli nedenlerinden birisi de kuşkusuz Sigourney Weaver’ın varlığıydı. Ripley karakterinin gözü pekliğini, iş ciddiyetini ve cesaretini oldukça iyi yansıtan Weaver kült bir karakter oluşturmayı başarmıştı. Prometheus’ta her ne kadar Charlize Theron olsa da ana karakter Elizabeth Shaw’u canlandıran Noomi Rapace, Weaver kadar etkili bir karakter yaratmayı başaramadı. Alien: Covenant’ta ise Katherine Waterston beklentilerin üzerine çıkarak doğru seçim olduğunu ispatladı. Özellikle Ripley karakteri gibi doğru bildiği konusunda inatçı ve cesur bir karakter yaratan Waterston, Ripley’in öncülü bir karakter olan Daniels’ı Ripley’e yaklaştırmış. Michael Fassbender ise yine bildiğimiz gibi oynadığı her rolü şaha kaldırmayı başarmış. İki farklı karakteri canlandıran Fassbender ikisinin özelliklerini de bakışlarına kadar yansıtıyor. Fassbender yer aldığı her projede iyi işler çıkartan ve yapımları bir üst seviyeye çıkartan bir aktör. Alien serisine de güç kattığı ortada.

Riske girmek istemeyen yapımcıların ilk başvurduğu “yeniden yapımlar” çoğunlukla ilk filmin kalitesine yaklaşamasa da iyi hasılat getirdikleri bir gerçek. Alien: Covenant ilk Alien filminin teknoloji olarak çok ilerisinde olmasına rağmen o filmin başarısına ulaşması pek mümkün değil. Özellikle oluşturulmaya çalışılan felsefe işleri daha kötüye götürebilecek durumda. Yine de Ridley Scott’ın becerisiyle birlikte başarılı bir gerilim filmi ortaya çıktığından izlediğinizde bir şey kaybetmeyeceğiniz hatta keyif alacağınızı söyleyebilirim.

Diğer Yazılar: Ahmet B.
Başkalarının Hayatı
Almanya son yüzyılda iki dünya savaşıyla, bir diktatörle ve ikiye bölünme gibi...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir