VENEDİK’TE ÖLÜM

Alman yazar Thomas Mann’ın novellası (uzun öykü veya kısa roman) Venedik’te Ölüm (Der Tod in Venedig, 1912) yazar tıkanıklığı yaşayan bir adamın sıkıntılarından uzaklaşmak ve dinlenmek amacıyla Venedik’e yaptığı seyahati anlatır. Gustav von Aschenbach isimli aristokrat kökenli başarılı yazar, Venedik’te bir türlü huzur bulamadığı gibi otelde gördüğü bir gence takıntı derecesinde bağlanır. Eşini erken yaşta kaybeden yazarın Tadzio isimli genç erkeğe karşı hissettikleri, sanatçı olarak takıntı hâline getirdiği estetik kaygılardan, gençliğe ve güzelliğe duyduğu özlemden kaynaklanmaktadır. Benzer temalara sahip, Vladimir Nabokov’un tartışmalı romanı Lolita (1955) akla gelebilir ve daha sonraki bir tarihte yazılması sebebi ile bu eserin Venedik’te Ölüm’den esinlenerek yazıldığı tahmini yapılabilir. Daha geriye gittiğimizde ise Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee (1849) şiirinin bu iki eserin de esin kaynağı olduğu söylenebilir. Çocukluk aşkına yazılan bu şiirde de ölüm ve güzellik konuları işlenir.

Edebiyat uyarlamaları konusunda en başarılı yönetmenlerden biri sayılan Luchino Visconti, çoğu filminde roman veya öyküleri kaynak alır. Kimi eleştirmenler tarafından İtalyan Yeni Gerçekçiliği (Neo-realismo) akımının ilk filmi kabul edilen, yönetmenin ilk uzun metrajı Ossessione (1943), bir roman (The Postman Always Rings Twice) uyarlamasıdır. Yönetmenin 1957 yapımı Beyaz Geceler’i (Le notti bianche) ise çok iyi bir Dostoyevski uyarlamasıdır. Visconti’nin “kostümlü drama” olarak nitelendirilen döneminden bir film olan Venedik’te Ölüm (Morte a Venezia), 1972 Akademi Ödülleri’nde “Kostüm Tasarımı” dalında adaylık elde eder. Pek çok opera da yöneten Visconti, set tasarımı konusundaki başarısını bu filminde de gösterir.

 

Film ile kitap arasındaki en büyük fark, başkarakterin mesleğinde göze çarpar. Gustav, kitapta yazar iken filmde besteciye evrilmiştir. Yönetmenin, Mann’ın yakın arkadaşı olan besteci Gustav Mahler’e bir selamıdır bu aynı zamanda.1 Mahler’in senfonilerinin de kullanıldığı film, karakterin Venedik şehrine vapurla gelişiyle açılır. Visconti’nin mekânları geniş planda dolaşan kamerası, Gustav’ın yerleştiği otelin bekleme ve yemek salonlarını gezdirir seyirciye. Gustav’ın bakışlarının takıldığı yerde, kamera da takılır. Tadzio’nun ailesini takip ettiği kısımlarda biz de antagonist ile eşleşir ve onları uzaktan gözlemleme şansına erişiriz.

Otel lobisinde ilk kez gördüğü Tadzio’yu sürekli takip etmeye başlar Gustav. Plajda onu ve ailesini kolaylıkla görebileceği yerleri seçer. Kitapta da filmde de ana karakter, Tadzio’ya karşı cinsel bir istek duymaz. Bir güzellik sembolü olarak, bir Yunan Tanrısı olarak hayran olur ona, uzaktan sever onu ve kitapta sıklıkla belirtildiği üzere kendini ona bakmaktan alıkoyamaz. Fiziksel olarak yaklaşma hissi değildir; bir heykele, bir sanat eserine bakıştaki görsel hazdır Gustav’ınki. Karakterin kendi iç çatışması, eros ile ethos arasındaki kavgadır. Kitapta Yunan mitlerinden örneklerle aralara serpiştirilen bu çatışma, filmde tam olarak gözlenmez. Toplum Gustav’ın tutkusundan habersizdir dolayısıyla ortada şehvet ile etik (ahlak) arasında bir çatışma yoktur. Besteci Gustav’ın çatışması sağlıklı/güzel/genç olmak ile hasta/çirkin/yaşlı olmak arasındadır. Kitapta, sanatı ve hayatı ele alışımız, idare edişimiz, yorumlama becerimiz arasındaki farklardan da bahsedilir fakat bu tartışmaların filme aktarılması oldukça zordur.

Yere uzanınca başı yüksekte bırakacak kadar hafif meyilli çimenliğin üstünde, gün ışığının sıcaklığından buraya sığınmış iki kişi yatıyordu: Biri yaşlıca, öteki genç; biri çirkin, öteki güzel; sevimlinin yanında bilge! Nükteli iltifatlar, gönül çelen lâtifeler arasında Sokrates, Phaidros’a özlem ve erdem üzerine ders veriyordu. Ona, gözü ebedî güzelliğin bir simgesine eriştiğinde hassas insanın duyduğu sıcak irkilişten; suretini gördüğü zaman güzelliği tasavvur edemeyen, önünde gereken saygıyı gösteremeyen aptessizlerin, kötü kişilerin tutkularından; karşısına tanrı benzeri bir çehre, mükemmel bir vücut çıktığı vakit mert bir insanı saran kutsal korkudan bahsediyor; o insanın bu manzara karşısında nasıl heyecanlanacağını, kendinden geçeceğini, bakmaya bile pek cesaret edemeyeceğini, güzelliğin sahibine karşı bir hayranlık duyacağını, hattâ aptal demelerinden korkmasa bir puta kurban keser gibi ona tapınmada bulunacağını anlatıyordu. Çünkü güzellik, sevgili Phaidros’cuğum, yalnız güzellik hem sevilmeye lâyıktır hem de göze görünür; güzellik, bunu unutma; fikrin, duygularla kavrayıp duygularla katlanabileceğimiz tek şekli odur. Yoksa öteki tanrısal kavramlar da, akıl, erdem, hakikat; bize duygularımızla görünselerdi halimiz nice olurdu? Vaktiyle Zeus karşısında Semele gibi aşktan eriyip bitmez, yanıp kül olmaz mıydık? Şu halde güzellik, duyan bir insanı düşünceye götüren yoldur; sadece yol, sadece vasıta, Phaidros’cuğum… Daha sonra kurnaz gönül avcısı, incenin incesi bir fikir: Sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu, çünkü Tanrı’nın sevilende değil, sevende bulunduğu fikrini söyledi. İçinden özlemin bütün muzipliği, en gizli hazzı taşan bu düşünce; dünyanın en sevdalı, en alaycı düşüncesiydi belki (kitaptan bir pasaj).

Ara sıra, Gustav’ın otelde zaman geçirdiği, derin tartışmalara girdiği bir arkadaş eklenir filme. Kim olduğunu bilmediğimiz bu karakterle girdikleri başı ve sonu olmayan, estetik, müzik, ahlak, mükemmellik vb. konulardaki, anlamakta zorlandığımız diyalogları filmin zayıf karnı olarak görüyorum. Burada yönetmen, Mann’ın kitabında, yazarın kendi içinde yaptığı tartışmaları pratik bir yolla perdeye aktarmak istemiş fakat Gustav’ın arkadaşıyla ilgili ön bilgiye sahip olmadığımız için bu sahneler eğreti duruyor.

Für Elise parçasının piyano ile çalındığı, çiçekler, halılar, aynalar, duvar süslemeleri ve güzel genç bir kadının yer aldığı, görsel ve işitsel açıdan doyurucu bir iç mekân sahnesi izleriz. Esasında sekansın girişinde bu parçayı Tadzio çalar ve Gustav bir kez daha hayran olur ona. Fakat parçaya hayat kadını Esmeralda devam eder; bunun o otelde, şimdiki zamanda yaşanmadığını, geçmişten bir anda, genelevde geçtiğini anlarız. Devamında ise şehrin dezenfekte edildiğini görür, şehirde bir salgın yayıldığı haberlerini işitiriz. Bir sokak sanatçısı grubu otelin yanından geçer, terasa kadar çıkarlar. Filmde sürekli güzellik ve bayağılık, sağlık ve hastalık gibi karşıtlıklar işlenir. Özellikle sahildeki çekimlerde, filmin en yetkin tarafı olan sinematografi göz kamaştırır. Empresyonist tabloları andıran bu görüntüler, güzelliğe tutulan karakterle bağ kurmamıza yardımcı olur.

Tatile, ferahlamaya gelen karakterimiz, kötü hava sebebiyle hastalanır, geri dönmeye karar verip toparlanır. İstasyonda fark edilen bir aksilik nedeniyle biletini iptal etmek zorunda kalır. Fakat Tadzio’yu bir müddet daha görebileceğini düşünüp içten içe sevinir. Kolera salgının yaşandığı Venedik şehri, günden güne Gustav’ın sonunu hazırlamaktadır.

Kitabın sonunda şunları düşünürüz: Böyle ünlü bir yazar için Venedik’te ölmek iyi, mutlu bir son mudur? Oğlanı izleyerek, takip ederek geçirdiği son hafta onu mutlu etmiş midir? Hiç Venedik’e gelmemiş olsa kendisi ve kariyeri için daha hayırlı mı olacaktır? Yazarlar güzellik arayışı ile ömür tüketen, yalnız ölmeye mahkûm, zavallı insanlar mıdır? Filmin sonunda ise kolera salgınına denk gelip hastalanan karakterimizin bahtına üzülürüz. Film, uyarlandığı kitaba göre daha iyi bir finale sahiptir esasında: Gustav, gençliğine özlemle kuaförde süslenir fakat oldukça gülünç duran bu makyaj, sıcak ve bestecinin hastalığından dolayı akmaya başlar, saçının boyası terli yüzüne iner. Tadzio ile bir gencin kumlarda güreşmesini izleyen Gustav heyecanlanır, endişelenir ve terler. Sonunda kolera hastalığından mı kalp krizinden mi öldüğü belirsizdir. Sahilde Tadzio’nun denize girişini, suda uzaklaşmasını seyreden Gustav, oturduğu sandalyeden düşer. Güzelliğin ve gençliğin yazgısına bir atıftır bu; her güzellik zamanla çürümeye mahkûmdur.

1 Daha detaylı inceleme için bkz: Aslı Giray Akyunak, “Visconti’nin ’Venedik’te Ölüm’ Filminde Metinlerarasılık ve Müziğin (Baş)Rolü”, Anadolu Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, 7(1), 1-18.

 

Diğer Yazılar: Tuncay Uravelli
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir