ULUSLARARASI UŞAK KISA FİLM FESTİVALİ NOTLARI

The Other End Of The Street

9. Uluslararası Uşak Kısa Film Festivali 13 – 17 Aralık tarihleri arasında gerçekleşti. Festivalin film seçkisi oldukça doyurucu oldu benim için. Biçim, teknik, hikaye anlatımı, kurgu, derinlik açısından değerlendirdiğim festivalde öne çıkan, en çok beğendiğim filmleri sizler için listeledim.

MUTLAKA İZLEMENİZ GEREKEN KISA FİLMLER!

Bugün Değil! – Yağmur MISIRLIOĞLU
İki erkek çocuğu ve alzheimer annesiyle yaşam mücadelesi veren Meryem, dadı olarak bir evde çalışmaktadır. Hayattaki önceliklerini gözden geçirerek, mümkün olan en kötü günde artık kendisi için büyük ve farklı bir adım atmaya karar verir. Fakat o gün bugün olmamalıdır.

Yönetmen Yağmur Mısırlıoğlu, bu yıl Bugün Değil adlı kısa filmiyle beni oldukça etkileyen yönetmenlerden biri oldu. Filmin hikayesi ve hikayenin anlatım biçimi ruha dokunuyor. Seyirciyi, yarattığı dünyanın içine çekerek adeta bedenlerde taşikardi yaşatan Mısırlıoğlu, filmin sonunda kullanmayı tercih ettiği Yasemin Mori’nin Yeniler adlı şarkısı ile kalbimi bir kez daha çalmayı başarıyor. Filmin etkileyiciliğini çok daha fazla artırdığını düşündüğüm renk kullanımı ve reklam çekimlerinde kullanılan kamera hareketlerinin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Çocuk oyuncuların muhteşem oyunculukları ise oldukça dikkat çekici. Festivaldeki favorilerimden biri olan Bugün Değil tekrar tekrar izlenesi!

Uzak AYNA – Alican DURBAŞ
“Uzak Ayna”, bir mayın tarlasında ilerlerken kara mayına basan bir askerin hikayesi. Karakterin duygusal muhasebesi bir ayna ile anlam buluyor. Bu ayna sayesinde çok özel bir anıya açılan kapıdan girdiğini hayal eden asker, seyircisini oldukça dokunaklı ve bir o kadar da etkileyici hikayesine dahil ediyor.

Yapayalnız bir asker hakkında büyülü, gerçekçi, içsel bir drama olan Uzak Ayna, başladığı andan itibaren finale kadar izleyicisini büyülüyor. Öznel kamera kullanılan filmde askerin gözünden dünyaya bakmak çok etkileyici. Oldukça riskli bir çekim tekniğini kullanan yönetmen, birkaç dakikalığına izleyiciye sanal gerçeklik tadında bir hikaye anlatıyor. Askerin gözünden baktığımız mekan oldukça tekinsiz. Mekanda uzakta duran bir ayna aracılığı ile kendisiyle ve ardından da çocukluğu ile karşılaşan askerin iç dünyası, hayalleri, gerçekliği ile hüzünlü bir yolculuğa çıkıyoruz. Deneysel bir film olan Uzak Ayna çekim tekniği ve diyalogsuz hikaye anlatım üslubu ile oldukça başarılı bir iş. Kesinlikle görülmesi gereken filmlerden.

Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada – Özgürcan UZUNYAŞA
Oyuncu olmak isteyen Gülşah, bir oyunculuk okulunun seçmelerine hazırlanmaktadır. Ayrıca bir tiyatro için gönüllü olur ve bir gün hazırladığı seçmelerde jüri üyeliği de yapan ünlü oyuncu Levent tarafından tacize uğrar. Günlük gerçeklik ile tiyatro dünyasının gerçeği iç içe geçer ve Gülşah, hayallerini gerçekleştirmek için birçok zorluk ile mücadele etmek zorunda kalacaktır.

Gülşah etrafını saran erkek figürlerin arasında kendi gerçekliğini arayan bir portre çiziyor. Hatta yaşadığı illüzyon ona, kendisini dahi sorgulatıyor. Filmin sonunda kullanılan yakın planlar hikayenin etkileyici tonunu daha da artırıyor. Keşke filmin sonunda Levent karakterinin yüz ifadesini de yakın planlar halinde daha çok görseydim demeden edemiyorum. Sanki o zaman içim daha da rahatlayacaktı gibi hissediyorum her izlediğimde. Teknik açıdan çok tatmin edici filmlerden biri olan Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada hem adıyla hem de derdini anlatım biçimiyle bu yılın en çok konuşulan filmleri arasında yerini aldı.

Kuşku – Gökçe PEKHAMARAT
İnancına bağlı bir insan olan Sait, maddi dünyaya tamamen sırtını dönmüştür. Maneviyatla dolu huzurlu yaşamı, televizyonda gördüğü bir haber ve gece yarısı kapısını çalan bir belediye çalışanı ile paramparça olur.

Bir insan, bütün yaşamını tek bir doğru üzerine inşa edip bu doğrunun bir aldatmaca olduğunu fark ettiğinde kime dönüşür? İnanç ve inanılan kavramlar her zaman körü körüne bağlandığımız şeyler olmak zorunda mıdır? İnsanın kendi zihnindekilerle savaşı savaşların en büyüğü değil midir? Bu soruların çevresinde şekillenen Kuşku, benim çok başarılı bulduğum kısa filmlerden biri oldu. Gökçe Pekhamarat’ın kısacık zamanda söylediği şeyler üzerine bir hayat boyu düşünmek gerekir. Freudyen bir bakış açısıyla insanın zihnine ekilen kuşku tohumunun yalnız bir karakter üzerinden verilmesini çok başarılı buldum. Kuşku, izlenmesi gerekenlerden.

Koyun – Benhür BOLHAVA
İstanbul’da plazalar arasına sıkışan derme çatma kulübesinde kurbanlık koyun satarak geçimini sağlayan Bekir’in (40) koyunlarından biri kaybolur. Koyunları bulması ya da parayı iade etmesi için sadece iki günü vardır.

Şehrin tüm kaosuna rağmen saflığını yitirmemiş bir karakteri canlandıran Süleyman Kadim Kabaali’nin festival kapsamında en iyi oyuncu ödülü alamaması beni biraz üzdü. Festivalin başından itibaren favorimdi çünkü. Başarılı oyunculuğa ve işini bilen bir yönetmene sahip filmde mizahi detaylar anlatıya bambaşka bir yön vermiş. İzleyicinin komik planlara gülerken aynı zamanda da hüzünlü bir duyguyla filme eşlik etmesini çok sevdim. Uzun uzun diyaloglar yerine resimlerin ve oyunculuğun dikkat çektiği, bir arayışın hikayesinin anlatıldığı Koyun, izlenmesi gereken filmler arasında.

İçinden Sıyrılamadığım Betonlar – Yusuf YILMAZ
Başkasının suçu yüzünden dört yıldır cezaevinde olan Murat, pandemi koşullarında tahliye edilir. Köpeği Zero’yu görmenin heyecanıyla mahallesine döndüğünde büyük bir dönüşümle karşı karşıya kalır.

Öğrenci kategorisinde yarışan İçinden Sıyrılamadığım Betonlar kendine ait bir dili olan filmlerden. Özgürlüğüne kavuşan kahramanın, esaretten özgürlüğe olan özlemini bir at üzerinden imgesel planlarla anlatması çok başarılıydı. Gerçek ve gerçek dışı kavramlarının seyirciye doğru bir şekilde geçebilmesi önemli bir başarı. Bu filmde de başarılı bir şekilde izleyiciye geçiyor. Film gösteriminin ardından yapılan söyleşide filmin politik olmadığı söylenmişti bir izleyici tarafından. Benim açımdansa tam tersi. Oldukça politik ve derdini başarılı bir şekilde anlatan alt yapıya sahip bir film. Yönetmenin bu ülke sınırları içinde yaşanılan zorlukları köpeği üzerinden aktarması politik ve ne söylediğini bilen bir dile sahip. Fiziksel anlamda betonların arasından kurtulsan da sana gökyüzünün altında da mutluluk yok diyen sistemin başarılı bir portresi İçinden Sıyrılamadığım Betonlar.

İstanbul İstanbul – Demir ÖZCAN
70’li yaşlarında olan Constantine ve eşi, Rumların farklı zamanlarda çeşitli nedenlerle terk etmek zorunda kaldıkları İstanbul’dan ayrılamazlar. Konstantin, karısının ölümüyle birlikte karısını İstanbul’la ilişkilendirerek geçmişe dair düşüncelere ve hayallere kapılır. İstanbul’dan hiç ayrılmak istemeyen eşi gibi ne ondan ne de şehirden kopamaz.

İstanbul’dan ayrılamamanın nasıl bir duygu olduğunu filmin sonunda yıkıcı bir şekilde gördüğümüz filmde, teknik açıdan birçok şahane detay var. Özellikle ölümün ve soğukluğun rengi olarak tanımladığım soğuk mavi renginin kullanılması oldukça başarılı bir tercih olmuş. Yönetmen Demir Özcan bir sohbetimiz sırasında filmde kullanılan rengi yakalamak için oldukça çabaladığını söylemişti. İyi ki de öyle olmuş. Görüntü yönetiminin de çok başarılı olduğu filmde, ölüm kavramının soğukluğunu iliklerine kadar hissediyor izleyici. Filmin son sahnesi ise oldukça vurucu. Kulaktan kulağa duyduğumuz hikayelere uzaktan bakışımız olarak konumlandırdığım son plan, hiçbir şey söylemeden çok şey anlatan bir anlatıya sahip. Anılarla, gelgitlerle ve geçmişe dair düşüncelerle harmanlanmış İstanbul İstanbul dokunaklı bir hikayeyi seyircisine anlatıyor.

Eskisinden Daha Kirli – Erdem SÖNMEZ
Takıntılarının esiri olmuş yalnız ve yaşlı adam uzun süre sonra bir ilişkinin içerisine zor da olsa kendini atmıştır. Ancak umduğu şey başına gelir ve takıntıları yüzünden terk edilir. Kendini affettirmek için bu durumu aşmak zorundadır.

Filmin derdini naif bir dille anlatmasını çok sevdim. Öğrenci kategorisinde yarışan Eskisinden Daha Kirli’nin yönetmeni Erdem Sönmez gelecek vaadeden yönetmenlerden biri oldu benim için. Derdini akıcı ve derli toplu anlatması oldukça başarılı. Filmin sonunda Dogtoothvari bir sekans kullanmayı tercih ederek filmin ruhuna uygun bir final kurduğunu düşünüyorum.

Sandes – Berkay ÖZDİNÇ
Sandes’te bir zamanlar müşterilerine harika anılar yaşatmayı başarabilmiş, onlara yuva olabilmiş bir otelden geriye kalanlar üzerinden etkileyici bir hikaye anlatılıyor.

Yıkılmış duvarların, paramparça olmuş eşyaların eşliğinde anlatılan hikaye insanın ruhuna dokunuyor. Alışılagelmiş türün dışında bir belgesel izlemeye hazır mısınız? Çünkü kameraya bakıp konuşmadan da belgesel olabiliyormuş dedirten oldukça başarılı bir iş Sandes. Aynı zamanda da gerçek bir hayat hikayesi. Hem renk kullanımı hem de hikayesini sıkmadan aktarabiliyor olması gerçekten büyük bir başarı. Seyircisine ‘’mekanların ruhu ve hafızası var mıdır?’’ sorusunu sorduran Sandes’i izledikten sonra betonlara, taşlara, duvarlara çok daha fazla anlam yükleyerek bakabilirsiniz.

Dördüncü Duvar – Mehmet Kaan KARATAŞ
Sanat departmanında çalışan genç bir set işçisi, Dalgalanır Karadeniz adlı dizinin setinde oda dekorunu boyarken hayatını kaybeder. Ölümünden iki gün sonraki sette, yarım kalan duvar boyasını fark eden yönetmen Enver, çekime biraz ara verir. Peki bu aranın ilk beş dakikasında neler dile getirilir, neler dilin ucuna bile gelmez?

Mehmet Kaan Karataş, ekranı dörde bölerek sahne ile seyirci arasında olduğu varsayılan duvar üzerinden derdini anlatmayı tercih etmiş. Bir sette yaşananları, alt üst ilişkisini, insani olmayan davranışları ve çok daha fazlasını seyircisine eş zamanlı olarak anlatan Dördüncü Duvar, deneysel anlamda da oldukça başarılı bir iş.

Adres – Aram DİLDAR
Avucunun içi gibi bildiği memleketine atanan öğretmeni büyük bir sürpriz beklemektedir; Tayin edildiği köy ne haritalarda ne de herhangi bir kayıtta vardır.

Kürtçe isimli köylerin aniden Türkçeleşip halkın bundan bihaber olmasını naif bir dille anlatmayı tercih eden Aram Dildar, kendisinin şahit olduğu gerçek bir hikayeden yola çıkıyor. Adres, aslında çok yakın olan bir köyü günlerce aramanın trajik ve hüzünlü hikayesini dram ögeleri kullanmadan aktarabilmiş oldukça başarılı bir iş. Bu filmi izleyene kadar herhangi bir insanın böyle bir dertten muzdarip olabileceğini düşünmezdim. Böyle absürt bir o kadar da hüzünlü hikayelerin filmlerini izlemek gerçekten çok etkileyici.

Our Ark – Deniz TORTUM & Kathryn HAMILTON
Hayvanları, bitkileri ve objeleri tarayarak yedeklemeye çalışan teknoloji uzmanları; ayak bastığımız dünyanın bir simülasyondan ibaret olduğuna inanan güç sahipleri; içinde yaşamaya başladığımız sanal dünyaların ilk adımlarını atan bilim insanları… OUR ARK, dünyanın dijital bir kopyasını yaratma çabalarımızı anlatan bir film. Sanki ekolojik yıkım dijital bir Nuh’un Gemisi aracılığıyla engellenebilirmiş gibi.

Daha önce Maddenin Halleri adlı belgeseli ile anlatım dilini çok sevdiğim Deniz Tortum yine harika bir işe imza atmış. Kathryn Hamilton ile birlikte çalıştıkları Our Ark, özenilmiş anlatısı, sinematografisi ve büyük bir arşiv çalışmasıyla çok başarılı bir iş. Kısa süresine rağmen derdini çok başarılı bir şekilde izleyicisine aktarıyor. Film bittiğinde bu fikrin zihninizde oluşturduğu dünyadan kolay kolay çıkamayacaksınız.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir