Ben yönetmenler yönetmeni Christopher Nolan. Ey güçlü olan, şu yaptığım işlere bak ve titre! Büyük bir ustalıkla rüya alemlerine daldım, yetmedi uzayı ayağınıza getirdim ve kara deliklere girdim. Şimdiyse doğrusal zamanı ters yüz ederek zaman algınızla oynayacağım. Bu arada kimileri eleştirse de filmimin posterleri epey gösterişli. Hatta yapımcı şirkete rağmen filmin vizyon tarihini daha fazla ertelemedim ve böylece filmim pandemi döneminin ilk büyük blockbusterı olacak. Artık egom birlikte çalıştığım insanlara olan aidiyetimin de önüne geçti ve yalnız çıktığım bu yeni macerada, benimle beraber siz de tersten okuyun Tenet’ı.
Yakın dönem Amerikan sinemasının belki de en özgün işlerini ortaya koyan yönetmenlerinden biri kuşkusuz Christopher Nolan. Kardeşi Jonathan Nolan ile üzerine düşündükleri her fikri, işlevsel bir hale getirerek hafızalarda yer edinen birçok filme imza attılar. Anlattıkları katmanlı hikayelerin neredeyse hiçbir durağında klişeye yer vermedikleri için kendilerini ayrıca takdir etmişimdir. Özellikle Interstellar’da insanları kurtarmak adına girişilen yeni dünya arayışı epey ilgi çekiciydi. Filmin ‘dünyayı kurtaran insan’ klişesine düşmemesi ve karakterlerin yıpranmış bir dünyayı kurtarmak yerine, insanlara yeni bir dünya kazandırmaya dair motivasyonları kabul edilebilirdi. Fakat artık Jonathan Nolan yok ve Christopher Nolan yıllardır saplanmamaya çalıştığı klişe çukuruna maalesef sonunda düşmüş ve dünyanın sonunu getirmeye çalışan kötü insanların (adamların değil, eril dilden kurtulmak lazım) ve onları durdurmak için hayatlarını riske atan, kalpleri de yüzleri kadar temiz, cesur yürekli meleklerin olduğu bir Görevimiz Tehlike filmi çekmiş. E tabii, Tenet’ı Görevimiz Tehlike serisinden farklı kılacak bir temas için de bilim-kurgu elementlerini kullanmış. Fakat bu uğurda yolunu öyle bir kaybetmiş ki, karakterlerinin gelişimlerini ihmal etmiş, üstüne üstlük hikayesinin özensizliğini örtmek için aksiyona sarılmış, nihayetinde de dünyayı kurtarmış ama filmi kurtaramamış.
Dede Paradoksuna Farklı Bir Bakış
Tenet’ın bilim-kurgu sosu, gelecek nesillerin geçmişten intikam alma hırsına dayanıyor. Gelecekteki bu belirsiz güçler, seleflerinin açtığı yaralardan dolayı geçmiştekilere, doğrusal zamanın ötesinde bir güç verir ve geleceğin geçmişe verdiği bu güç, kötü insanların elinde geçmişin yok oluşuna zemin hazırlayacaktır. Tam da bu noktada işin içine Dede Paradoksu giriyor. Elinizde bir zaman makinesi olsaydı ve geçmişe giderek dedenizi öldürseydiniz, siz de hiç var olmamış olacaktınız? Peki hiç var olmamış bir insan, başka bir insanı nasıl öldürebilir? Tam olarak bu kısır döngünün izdüşümü olan Tenet ile Nolan, Dede Paradoksu’na yeni bir olasılık kazandırmış ve gelecekten gelen maddelerin, geçmişteki işlevselliklerine ışık tutmaya çalışmış. Fakat yönetmenin tutunduğu bu fikir, geliştirilmeye müsaitken aceleye getirilmiş gibi, çünkü hikaye oldukça özensiz işlendiğinden böylesine soyut bir fikir kameraya doğru bir şekilde aktarılamamış ve filmin her anına serpiştirilmiş twistler filmin bütünü için işlev göremeyen etkisiz eleman olarak kalmış. Nolan sanki gözlerini kapatıp doğrusal zamanın yok olduğu bir an hayal etmiş ve aklındaki belli belirsiz görüntülerin filmini yapmak istemiş fakat ne düşlediği karelere yaklaşabilmiş ne de aklındaki fikri senaryoya yedirebilmiş.
Anlamaya Çalışma, Hisset!
Nolan, aklındakileri tam olarak aktaramadığını kendi de düşünmüş olacak ki, filmin başlarında böyle bir replikle karşımıza çıkıyor. Fakat Tenet’taki bu karışıklık ne yazık ki dahiyane bir senaryoyla karşı karşıya olmamızdan çok, bir ham meyvenin tadı gibi olmamışlığının kanıtı. Hikayedeki bu yetersizlik hissinin bir diğer önemli nedeni de kuşkusuz karakterler. Filmden çıktıktan sonra Nolan filmlerini düşündüm ve gerçekten de karakter yaratmada pek de yetenekli olmadığı fark ettim. Hikaye anlatmadaki başarısından dolayı pek dikkat çekmemiş olabilir fakat filmlerinde karakter gelişimlerini en aza indiren bir yönetmen. Hikaye anlatımındaki ustalığı Tenet ile dipleri görünce de karakterlerinin defoları daha belirgin hale gelmiş. Bu sefer daha da abartmış ve hiçbir karakteri hakkında geçmiş bilgisi vermemiş. Ne dünyayı yok etmek isteyenlerin ne de kurtarmaya çalışan karakterlerin bu uğurdaki motivasyonlarının nedenlerine değinmiş ve hikayedeki sosyal ve duygusal birlikteliklerin inandırıcılıktan uzak bir yavanlıkta olmasını göz ardı etmiş. Peki böylesine mükemmeliyetçi bir yönetmen nasıl olur da bu denli aceleye gelmiş bir işi piyasaya sürer? Yönetmenin niyeti, geçmiş filmlerindeki başarılarına sırtını dayayıp, idealleri boş verip, orta yolcu bir filmle gişe canavarı olmak mıdır yoksa kendisi diğer filmlerinde çalıştığı kardeşi Jonathan Nolan ve Hans Zimmer’ın yokluğunun bu denli büyük bir sorun yaratacağını mı ön görememiş bilinmez, ortaya tatsız ama anlamaya çalışmadan, sadece hissederek izlendiğinde zevk alınabilecek bir aksiyon filmi çıkmış.