Umberto Eco, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı kitabının girişinde, İtalyan gezgin ve düşünür Salimbene de Parma’nın 1664 tarihli günlüklerinde geçen bir deneyi anlatıyor. II. Friedrich, hiç kimseyle hiçbir şey konuşmaksızın yetişen çocukların, büyüyünce hangi dili konuşacaklarını sınamak istemiş ve bu yüzden dadılarla süt annelere, bebeklere süt vermelerini, ancak onlarla hiçbir şekilde konuşmamalarını emretmiş. Aslında II. Friedrich’in istediği, bu çocukların İbranice mi Yunanca mı, Latince mi, Arapça mı, yoksa anne-babalarının dilini mi konuşacağını öğrenmekmiş. Ancak çabaları sonuç vermemiş; çünkü kendileriyle konuşulmayan bebeklerin hepsi ölüyormuş. (bkz. Alfa Yayınları, 1995, s. 13) Bebeklere sevgi; söz ve temas üzerinden iletildiği için Parma’nın bahsettiği bebekler sevgisizlikten ölmüş olmalı! (Kaya, İyi Aile Yoktur, S. 19)
Sevginin dünya üzerindeki en gerçek, en temel duygu olduğunu düşünüyorum. Güney Koreli Bora Kim de ilk uzun metraj filmi olan House of Hummingbird ile hayatımızın anlamını yalnızca sevgiyi arayarak bulmaya yaklaşacağımızı fısıldıyor. Çocuk sıfatından gitgide uzaklaşan Eunhee’nin hikayesi, aileye, ülkeye, hayata karşı yabancı hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu anlatıyor izleyicisine. House of Hummingbird; bir ergenin, hayatla kendisi arasında köprü kurma çabasına odaklanıyor.
Film, Eunhee’in 902 numaralı yanlış kapıyı çalarak annesinin kapıyı açmasını beklemesiyle başlıyor. Daha filmin giriş sekansında muazzam bir yabancılık hikayesi izleyeceğimizin sinyallerini almış oluyoruz böylece. Hayatına, evine, ailesine uzak, yabancı bir genç kız o. Onu her şeye yabancılaştıran, hayata kendisini uzak hissetmesini sağlayan kadınla tanışıyoruz açılan kapı aracılığıyla. Annesi! Sevgi, ilgi, şefkat eksikliği çeken Eunhee bunu hiç belli etmiyor çünkü bu duruma alışmış. Sağlık sorunu olduğunda hastaneye tek başına gidecek kadar, ameliyatının ardından hastane odasında başka kadınların ona annelik etmesine varacak kadar yalnız bir karakter o.
House of Hummingbird, her anne ile kızı arasında olması gereken fakat sağlam kurulamamış bir köprünün hikayesi aynı zamanda.
Birey olma ve varoluş savaşının Çince öğrenmekten geçtiği bir yol düşünün: House of Hummingbird işte tam da bunu anlatıyor. Hayata karşı Çince kadar uzak olmak daha güzel ifade edilemezdi. Genç bir kızın ülkesine, ailesine, aşka ve hayata uyum sağlayamayışının, üstten bakmayan bir dille perdeye aktarılmasından çok hoşlandım. Böylece karşısında değil yanında hissediyoruz Eunhee’nin. Hepimize tanıdık bir hikaye çünkü hemen hemen hepimiz ergenlik dönemi denen o zor dönemde Eunhee gibi yabancı hissetmişizdir kendimizi. Filmi benzerlerinden ayıran ve benim en sevdiğim kısım aileye tutulan mercek oldu. Çoğu filmde bu tarz aileler ya çok kötüdür ya da çok iyidir. Fakat hayat siyah beyaz olmadığı gibi griliklerin de hakim olduğu bir süreçtir. Bu süreçte Eunhee’nin kendisini anne ve babasına bile yabancı hissetmesi hayat boyu sürecek bir sıkıntı aslında. Ebeveyninin kavga ettikten sonra aynı televizyon programını izleyerek gülmeleri hayata karşı daha da yabancılaşmasını sağlıyor. Ona çok sahte geliyor çünkü bu tip davranışlar. Haklı da.
Hayat adını verdiği trende ileriye doğru gitmek zorunda kalan Eunhee’nin kompartımanında tanıdık hiç kimse yok. Ta ki Çince öğretmeni ile tanışana kadar. Hayata Çince kadar uzak olan Eunhee, öğretmeni sayesinde hayata daha farklı bakmaya başlar. Fakat Bora Kim, bunu seyircinin gözüne sokarak yapmaktan imtina eder. Birbirlerine cümleler aracılığıyla öyle çok yaklaşırlar ki ikisi de birbiri için zamansız gelen bir hediye gibidir.
Eunhee’e hayatı öğreten ne annesi ne de babasıdır. Anne babanın ‘’yuvarlanıp giden hayatları’’ Eunhee’e hiçbir katkı sağlamaz. Aksine onun birçok şeyden uzaklaşmasını sağlar. Bu hayattaki tek öğretmeni Çince öğretmenidir. Seongsu Köprüsü’nün çökmesiyle birlikte ölerek Eunhee’e hayat hakkında büyük bir ders vermiştir. Dersin konusu hayatın getirdikleri ve götürdükleridir. Ölümler, ayrılıklar, acılar ve mutluluklar her zaman var olacak fakat önemli olan insanın ellerine bakıp parmaklarını hareket ettirip ettiremediğini görebilmesidir.
House of Hummingbird siyasi cümleler etmeden dönemin sosyo politik durumuna da selam çakar. Özellikle zorunlu kentsel dönüşüm hakkındaki cümleler birey olarak çaresizliğimizi yansıtır. 1994 yılında Güney Kore’nin Seongsu Köprüsü’nün çöküşü filmde, insanın hayallerinin ve gençliğinin bitişini simgelemiş bana göre. Sevgi arayışının köprüler kurmaktan geçtiğine inandığım için 1994 yılında Güney Kore’nin Seongsu Köprüsü’nün çöküşünün, bu filmde insanın hayallerinin ve gençliğinin bitişini temsil ettiği düşündüm. Eunhee’nin ailesinden beklediği ilgi de özel hayatında aşkı arayışı da yalnızca köprüler kurarak mümkün olabilirdi.
Aile olarak sofraya oturmak, bir dış göze mutlu aile portresi çizse de durum görünenden çok uzakta maalesef. Anne, yalnızca yemek yapan bir kadın figürünü temsil ediyor. Ağacın sağlıklı meyve verebilmesi için toprağa sağlam şekilde bağlı olması gerekir. Eunhee’nin hikayesinde ise ağacın kendisi bir fotoğraf olarak var yalnızca… Eunhee her şeye rağmen Çince öğretmeninin söylediği şu söze inanıyor. ‘’Dünya büyüleyici ve güzel.’’