Mel Gibson’ı gerçekten çok severim. Çocukluğum William Wallace’ın asil mücadelesini tekrar tekrar izlemekle geçti. Filmin sempatik karakterleri hala aklımda. Sonra ben büyüdüm Mel Gibson ortadan kayboldu. Fakat yönettiği son filmin üzerinden yıllar geçtikten sonra Hacksaw Ridge filmiyle adını tekrar gördüğümde bende hiç tesiri olmadı. Bu süre zarfına kadar ismi o kadar kötü filmlerde geçti ki, “Mel Gibson’ın yeni savaş filmi” gerçeği beni biraz bile cezbetmedi. Haksız da sayılmam.
Hacksaw Ridge filminin, “true story” kalıbının ardına saklanmış tahammülü zor bir açılışı var. Yaklaşık bir saat süren bu işkencede, antimilitarist bir düşünceyi benimsemiş, iyi huylu hıristiyan bir gençle tanışıyoruz. Tamamıyla ezber replikler, geride kalan bir eş ve havada kalmış birtakım düşüncelerle dolu ilk bir saatte filmden kopma ihtimaliniz yüksek. Sonrasında ise iyi çekilmiş savaş sahneleri, başarılı ses efektleri ve kaosla karşılaşıyoruz. Fakat bu son bölüm filmin ruhuna o kadar tezat ki, antimilitarist temanın sadizme doğru evrimleşmesi ikiyüzlülükten başka bir şey değil. ‘Barış için savaş, dualarla savaşı kazan ve puta tapan kafirlerin sonunu getir’ mantığı filmin kendi düşüncesine darbeyi vuruyor. Amerikan insanının masumiyeti, hıristiyanlığın kutsanmışlığı gözümüze gözümüze sokuluyor. Batı halklarının her zaman haklı her zaman doğru taraf olduğu, karşı tarafın ise bir canavar, barbar gibi tasvir edilmesi katlanılacak gibi değil.
Hacksaw Ridge’in tek dayanağı kesinlikle yaşanmış bir öyküyü ele alması. Fakat böylesi bir hikaye daha dertli toplu, daha az sömürü ve de daha derin karakterler ile donatılsa sanırım tadından yenmezdi. Maalesef empati bile kurdurtmayan bir yapaylık, samimiyetsizlik var. İlk bir saat böyle bir vaziyette olunca son bölümlerde iyi kotarılan savaş sahnelerinin pek bir anlamı kalmıyor. Ancak söylemeden edemeyeceğim, filmin son bir saati gerçekten üst düzey savaş sahneleri ile donatılmış. Eğer ilk bölüm daha inandırıcı olsaydı yılın en iyilerinden biri olmuştu şimdiden.
İçi boş karakterleri, ardı arkası kesilmeyen bayağılıkları ve tüm tezatlığı göz ardı edip benim için uyum, ahenk önemli değil, savaş sahneleri olsun yeter diyorsanız ya da benim gibi Mel Gibson’a saygı ve sevgiden dolayı izlemek isterseniz hala vizyonda.