ŞAHSİYET – İKİNCİ SEZON

KAYBOLANLAR VE KAYBEDİLENLERALINLARINA KAZINMIŞ “KADER” MAĞDURLARI

Hakan Günday’ın senaryosunu yazıp Onur Saylak’ın yönettiği Şahsiyet, ikinci sezonuyla Gain platformunda yayınlandı. Bu yazımızda siz okuyucularımıza ilk sezona da referanslar vererek ikinci sezonun analizini yapacağız. İyi okumalar.

90’LI YILLARDA TÜRKİYE

12 Eylül sonrasında tamamen üstünden silindir gibi geçilmiş olan sol, sosyalist hareketten neredeyse eser kalmamış, ülkedeki sivil vicdanın selası okunmaktaydı. Özellikle Türkiye’de 90’lı yıllarda yaşıyor olmak oldukça değişik bir ruh halini gerektiriyor olsa gerek. Ülkenin batısında adeta gülünç, Okan Bayülgen’in deyişiyle “kanal yöneticileri bizlere donumuzu indirmeden ekranda sevişmemizi istiyorlardı” cümlesinde söylediği üzere uçuk kaçık bir magazin hayatı yaşanmaktaydı. Amerika’da çoktan zirvesini yapmış olan disko kültürü Türkiye’yi çok ciddi anlamda mesken tutmaya başlamış, özellikle Beyoğlu, Karaköy gibi yerlerde kapanmakta olan Cumhuriyet Gazinolarının yerlerini Avrupai, Amerikanvari barlar, kulüpler, metal & rock müzik almaktaydı.

Cemiyet hayatı, magazin haberlerinin attığı görgüsüz ve fütursuzca başlıklarla kamuoyunda en çok konuşulan konu haline gelmiş, sporda ise özellikle Galatasaray’ın, sonrasında A Milli Futbol Takımı’nın uluslararası başarıları Doğu & Güneydoğu Anadolu dışındaki tüm Türkiye’yi etkisi altına alarak sevince boğmuştu. Aynı zamanda özel kanalların da açılmaya başlamasıyla tüm bu fütursuzluk insanların evlerine konuk olmuş, ülkenin başka yerlerinde yaşananlar adeta görünmez olmuştu.

12 Eylül sonrasında kabuğuna çekilen derin devlet, mafya, siyaset üçgeni 90’lı yıllarda çok ciddi anlamda yeniden hortlayarak Doğu ve Güneydoğu’da Kürt halkına karşı adeta bir katliama girişiyor, PKK ve Hizbullah’ın hem birbirleriyle hem devletin güvenlik güçlerine karşı yürüttüğü savaş da gün geçtikçe ayyuka çıkıyordu. Bunlar olurken ülkenin batısında da DHKPC’nin hapisten çıkan kadrolarının yeni eylemleri kol geziyordu. Aslında Türkiye bugün söylemesi ne kadar abes ötesi olacaksa da bir muz cumhuriyetine dönüşmüştü. Bir yandan magazin ve sporun birleşimiyle adeta ayakta uyutulan, robot gibi eğlendirilen bir halk, diğer yanda ise “kaderleri” katledilmek olan bir halk olan Kürtler.

ŞAHSİYET İKİNCİ SEZON ANALİZİ

Şahsiyet dizisinin ikinci sezonu elbette günümüzde geçmekle beraber 90’lara dair tonlarca gönderme yaparak çok şey söyleyen bir sezon olmuş. İlk sezondan itibaren Alzheimer hastalığı ile mücadele etmekte olan baş karakterimiz Agah Beyoğlu, yeni keşfedilen bir ilaçla kendine geliyor ve geçmişinde işlediği cinayetleri hatırlamaya başlıyor. Bunun üzerine emniyete giderek savcıya dahi ifade vermesine karşın hiçbir şey olmuyor, kafayı yediği düşünülerek dikkate alınmıyor.

İlk sezonda toplumsal hafızaya çok ciddi anlamda vurgu yapan Şahsiyet dizisi Kambura adlı ‘kurgu’ bir kasaba üzerinden Türkiye’deki ahlaki çöküşle birlikte ayyuka çıkmış tecavüz kültürünü anlatıyordu. Ancak bunu yaparken Uğur Mumcu, Sivas Katliamı, Kemal Türkler gibi ülkenin önemli olaylarına da değiniliyordu ama dediğim gibi başrolde olan kavram her zaman toplumsal hafızaydı. İlk sezonun kilit karakterlerinden Komiser Firuz, Agah’ın katil olduğunu anladığında şöyle diyordu; “Sen zannediyor musun ki tek Alzheimer olan sensin. Herkes hasta, hepsi hasta. Yarın bir milli maç olur herkes her şeyi unutur. Bu millet neleri unuttu, seni mi unutmayacak? Sen kimsin ki lan!! Alt tarafı bir katil, bir cinayet haberi”. Firuz’un burada bahsettiği üzere toplumsal hafıza sorununun Türkiye toplumuna adeta bir kangren gibi nüfus etmiş olması, devlet otoritesinin daima ceberrut, katliamcı ve inkarcı bir politika güderek tüm azınlıkları yok etmeye çalışması ve bir çoğunu da etmeyi başarmasının en büyük sebebi aslında buydu.

70’lerde sokaklarda, 80’lerde hapishanelerde kökü kurutulan bu ülkenin yetiştirdiği tertemiz vicdanların, gençlerin yerini bu toplumun almasıyla değişen her hükümetin, her iktidarın devlete dönüşüp insanlara zulüm etmesinden dert yakınan Firuz, Alzheimer hastası bir katilin geçmişin suçlularını öldürmesini bu şekilde yorumlamıştı. Çünkü hukuk zaten olmadığı için onlara bir adalet uygulanması gerekiyordu. Agah Beyoğlu, Nevra Elmas ikilisi de aslında ilk sezonun adaletleriydi.

İkinci sezona geldiğimizde ise dediğim gibi Agah savcı ve polis tarafından dikkate alınmayıp postalanıyor ancak tam normal hayatına geri dönecekken geçmişinde öldürdüğü birisinin abisi de yurtdışından Agah’ı bulmaya geliyor. Agah’ın hafıza problemi ciddi anlamda ortadan kalkmışken burada yönetmenin ve senaryonun büyük başarısı ortaya çıkıyor diyebiliriz. Artık dizi karakterinin değil seyircinin fail olma vakti geldiğini görüyoruz. Baş kötü karakter olan, Erdal Özyağcılar’ın mükemmel bir oyunculukla canlandırdığı Kader kanımca Türkiye’de yazılmış en iyi kötü karakterlerden biri. İsminin manidarlığına birazdan bolca değineceğimiz Kader 90’larda bazı sözüm ona vatansever ‘paşaların’ emrinde çalışmış, Yeşil (Mahmut Yıldırım)vari bir tetikçi, kiralık katil. Türkiye’den ayrılıp Avrupa’ya kaçtığında veya kaçırıldığında ise Türkiye’de bıraktığı ekip üyeleri de halen ‘hayatta’ olan, bazıları hayalet gibi yaşayan insanlar.

Burada 2011’de yapmaya başladığı itiraflarla gündeme bomba gibi düşen Ayhan Çarkın’ı düşünebiliriz. Ki bizzat Kader’in en güvendiği adamlarından olan Hikmet karakteri yaşamış olduğu vicdan azabından dolayı Agah’a yaptığı itiraflarla Ayhan Çarkın’ı hatırlatabilecek bir karakter. Öte yandan unutmamak gerekiyor ki Şahsiyet’in ikinci sezonunun deştiği dönem tam olarak Tansu Çiller & Mehmet Ağar, Necdet Menzir gibilerinin gayri nizami harp taktikleriyle ülkenin içinden geçtiği bir dönem. Dizide İzzet Günay’ın canlandırdığı Albay gibi karakterlere ön ayak olan Veli Küçük ve daha binlerce benzeri paşalar bu sezona damga vuruyor adeta.

Her sahneyi, her karakteri izlerken o yıllarda ismini muhakkak duyduğumuz karanlık bir figür geliyor aklımıza. Bu anlar yaşandığında da aslında seyirci vicdanı dediğim yere geliyoruz aslında. İkinci sezonda oyuncu Nergis Öztürk’ün canlandırdığı Avukat Meryem de burada tam olarak toplumsal vicdanı temsil ediyor aslında. Babası 90’larda Beyaz Toroslarla kaçırılarak kaybedilmiş bu yüzden de avukat olarak dizide de sık sık gönderme yapılan ama isimleri söylenmeyen Cumartesi Anneleri’nin avukatlığını yapıyor. Avukat Meryem bazı yönleriyle Avukat Eren Keskin’i de akıllara getiriyor.

Agah bir yandan sezonun başından itibaren ailesini Kader’den kaçırırken bir yandan da ona dair şeyleri öğrenmeye, onun ekibinin üyelerini temizlemeye başlıyor. Üyelerden özellikle Burhan Öçal’ın canlandırdığı Tevfik de çok enteresan bir karakter. Agahla konuştukları sahnede akla derin devlet tarafından bir yerden sonra gözden çıkarılıp öldürülen eski Mit Ajanı Tarık Ümit’i akıllara getiriyor. Agah sıra Kader’e gelene kadar herkesi öldürdüğünde aslında biz seyirciler de vicdanen rahatlıyoruz. Çünkü malum hukuk diye bir şey yok, tamamen bu coğrafyadan silinmiş bir kavram HUKUK. Hukukun olmadığı yerde anarşi değil adalet başlıyor Şahsiyet dizisinde. Bölümlerde yer yer listeleri tetikçilere verilen 16-19 Kürt vatandaşından da bahsediliyor. Burada da elbette Tansu Çiller’in Mehmet Ağar’a verdiği liste veya kim bilir kaç tane olan listeler akla geliyor. Son bölümlere doğru Kader ‘Baba’ dediği Albay’ını dahi acımadan öldürdüğünde o yıllarda derin devletin işleyişine dair de çok şeye şahit oluyoruz. Hiçbir şey bu ülke, bu ülkenin insanı için değil, her şeyin bireysel çıkarlar için yapıldığının bilincine varıyoruz defalarca.

Başından beri reddedilen, yok sayılan, dilleri reddedilen, yok edilmeye çalışılan bir halkın, Kürt halkının iade-i itibarı da final bölümünde yapılıyor. Şimdi burada Kader karakterinin ismine de değinerek yazıyı noktalayalım istiyorum. Çok doğru seçilmiş, vurucu ve aslında vicdanı olduğunu varsayan izleyicilerin içini acıtması, karınlarında bir yumru oluşmasını sağlaması gereken bir karakter Kader. Çünkü dizi boyunca geçmişini, yaptıklarını, kendi ağzından dökülen replikleriyle, her şeyiyle KADER bu ülkenin Kürtler başta olmak üzere tüm azınlıklarına devlet tarafından hayatlarına biçilmiş olan bir Kader anlamı taşıyor maalesef. İşte bu yüzden Şahsiyet dizisinin ikinci sezonu tekniği, oyunculukları bir yana bırakıldığında çok acil bir vicdan muhasebesinin gerektiğinin işaret fişeğini yakıyor bizlere. Agah’ın ani iyileşmesi ve geçmişini hatırlamasıyla da aslında toplumsal olarak kangrenleşmiş olan hafıza, unutma sorunumuzdan veya tercihimizden arınıp acilen vicdan muhasebesine girmemizi söylüyor bizlere, iyi ki de söylüyor. Ama şunu da söylemek gerekiyor ki çok ağır şeyler yaşadı bu topraklar, bunların özrü ne zaman dilenir, dilenir mi, kabul edilir mi, ne yapılır o tamamen bizlere ve ‘onlar’a kalmış.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir