Avrupa Soslu Türkiye Usulü Bir Hikaye
Peyami Safa’nın romanından üçüncü kere beyazperdeye yansıyan Cingöz Recai, maalesef sınıfta kalıyor. Bunu söylerken belki şu söylenebilir. Film Onur Ünlü’nün elinde çıkma, Kenan İmirzalıoğlu ve Meryem Uzerli başrolleri çekiyor. Eh peki bu film nasıl sınıfta kalıyor?
Bu Bir Onur Ünlü Filmi Değildir
Peyami Safa’nın romanından uyarlanan Cingöz Recai, 1954’de ilk auteur yönetmen Metin Erksan’ın pelikulesinden sinemaya yansımış ve bir kara film atmosferini içinde taşımıştı. Safa Önal’ın 69 yılı yapımı olan Cingöz’ünde ise karakteri Ayhan Işık oynamış ve Cingöz Recai, avantür bir filme evrilmişti. Ayhan Işık’ın versiyonunda karakter daha eğlenceli bir hale de getirilmişti. Onur Ünlü için adeta biçilmiş kaftan olan Cingöz maalesef kendi stilinden uzakta kalmış ve sıradan bir dram olmuştur. Niye Onur Ünlü’nün filmi gibi olamamış onu anlatayım.
Öncelikle film hiçbir şekilde Onur Ünlü’nün elinden çıkmış gibi gelmiyor. Alışık olduğumuz Onur Ünlü stili yoktu. Alışık olduğumuz Onur Ünlü; absürt mizahı, gerçeküstücü karakterleri ile sıradan günlük adamın sorunlarını trajikomik bir şekilde peliküline yansıtırdı. Ne Kenan İmirzalıoğlu’nun Cingöz Recai karakteri, ne de Meryem Uzerli’nin karakteri mizahla şekillenmiş karakterler. Peyami Safa’nın romanına dayandırılan Cingöz Recai ise Ünlü’nün elinde ukala bir komik olmuş. Her şeyi en baştan planlayan, her şeyi istediği gibi yönetebilen, olayları manipüle edebilen bir Recai portresi olmuş. Oysa artık neredeyse bir polisiyede hatta bir filmde işleyen en iyi formül; baş karakterin genellikle filmlerde tekmelenmesi (kötü durumlara düşürülmesi), kötü adamın her zaman bir adım önde olması filmleri inandırıcı ve ölümsüz kılar çünkü o sayede film izlenebilirliği artırılabilir.
Onur Ünlü öyle gözüküyor ki bu filmi yaparken sadece kendi stilini değil aynı zamanda yapmayı en iyi bildiği iş olan film yapmayı da bırakmış. Cingöz Recai ile Kenan İmirzalıoğlu’nun eşleştirilmesi ne kadar doğruysa, Onur Ünlü ile Cingöz beraberliği o kadar yanlış olmuş.
Kişisel Hikayelere Dönüş
Bir süredir geniş vizyonlu, büyük meseleler izlemek yerine kişisel hikayelerin başı çektiği genelde Vendetta amacı taşıyan kahraman filmleri izleniyor. En azından benim sektöre bakıştan aldığım bu. Hollywood’un her gün yeniden yarattığı karakterleri eskisi gibi ne soğuk savaş güdümlü, ne dürüst, ahlak timsali, ne savaş travmasıyla başı mağrur, ne uçuruma sürüklenen bir hayatları var. Hikayelerin insanlara kahraman olarak sunduğu kişisel meseleleri odak noktasına koyup buradan bir zafer çıkartmak. Bu türün en iyisi temsilcisi Bruce Lee’dir. Aşağılık kompleksinden beslenen Bruce Lee filmleri bir çıkar olmaksızın, sırf kendini dosta düşmana göstermek ve kanıtlamak için ve bu kompleksi gidermek adına herkesi döverek bir zafer çıkartır.
Cingöz Recai’nin son zaferi de geçmiş travmasıyla yüzleşmesi üzerine şekilleniyor. Günümüz dünyasında çokça yaygınlaşan ‘bizden’ çok ‘kendi’ olma durumu bu senaryoyla en iyi şekilde yansıtılıyor. Cingöz’ün bu kişisel hikayesinde de intikam başı çekiyor. Seyirci, babası öldürülmüş olan bir çocuğun intikam alıp babasına layık bir evlat olmasının hikayesini izlemeye başlıyor. Anlaşılan o ki Recai’nin dönüşünün arkasında yatan motivasyon babasının katilini bulup onu öldürmekten geçiyor. Ondan sonra muhtemelen emeklilik ile gelecek bir huzur olacak. Recai böylece hayırlı bir evlat olarak bu kötü işleri bırakacak. Kişisel hikayesinin de en trajik tarafı; hep babasının yokluğu ile yaşaması olacaktır. Aşağıda Lacan yardımıyla bu durumu açacağım.
Recai’de Bir Şeyler Eksik…
Ne dersiniz deyin bu bir kişisel hikaye olmasının yanısıra hikaye bir de kişisel bir eksiklik hikayesidir. Filmin motivasyonlarından biri olduğu için özellikle vurgulamak istedim. Mizahi, güçlü, planlı olan Recai’nin en güçsüz tarafı, babası öldüğü için geri getiremeyeceği zaman ya da diğer deyişle babasıyla tekrar konuşma şansı. Ünlü psikanalizci Lacan, bu tür durumları anlatırken “fallus” ve “onun eksikliğine” değinir. Fallus’u burada iktidar manasında kullanacağım. Fallus metaforik anlamı gereği gösterendir. Fallus, iktidarı, statüyü içeren birçok şeydir. İktidar elle tutulur bir şey değildir ama toplumsal hayatta bir şeylere sahip olmayı gösterir. Şirket sahibi, para sahibi, itibar ve güç sahibi gibi. Fallus bir iktidar gösterenidir ama fallus sahip olunulabilen bir şey değildir. Tam tersine eksiğin göstergesidir. Cingöz Recai’nin evi malikane, arabası son model, itibar olarak yüksek seviyede bir kişidir ama bunlar iktidar gücünü ya da fallusun gücünü gösteriyorsa o kadar da eksikliği ifade eder. Recai’de bir şeyler eksik.
Eksik olan ise; Recai’nin babasının önerdiği gibi biri asla olamayacağıdır. Aslında çağımız için ironik olması gerek bu durum; Recai’nin büyük bir travma yarattığını görüyoruz. Recai büyük bir iktidar gücüne sahip ama hep bir şeyler eksik. O yüzden babasının peşinde. Ondan onay alabilmenin peşinde. Böylelikle iyi bir aile babası olup babasının onayına sahip olacak ve onayı aldığında huzura erecek ama o onay hiçbir zaman gelmeyecek. Recai’nin belki de farkında olmadan sonuna ulaşmayı çalıştığı ama bir türlü gidemediği durum babası gibi olmaktır. Komiserle telefonda görüşürken komiserin onu babasından vurması ve aslında asla bir aile kuramayacağına, çocuğunun olamayacağına vurgusu Recai’nin hiç bitmeyecek “eksik”inin de simgesi. Dolayısıyla bir paradoksla da karşı karşıyayız seyirci olarak. Recai evlenip çoluk çocuğa karışırsa Cingöz Recai de normal olacak ama biz seyircide başka film izleyemeyeceğiz.