Sinema tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Peter Sellers her açıdan ilgiye değer bir hayat bıraktı ardında. Yahudi bir anne ve Protestan bir babanın oğlu olmasına rağmen Katolik okulunda eğitim alarak din karmaşası yaşayan Peter Sellers’ın bu tuhaf hayat başlangıcı benzer garipliklerle devam etti hep. Annesinin etkisiyle küçük yaşlardan itibaren tiyatronun hem sahnesinde hem de sahne arkasında görev alan Sellers, bir yandan da hayranı olduğu Dashiel Hammett’in romanlarından etkilenerek bir dedektiflik bürosu kurdu ve bu girişimi çocuksu bir macera olarak kaldı. Daha sonra müziğe ilgi duyan Sellers bateristliğe geçiş yaptı ve gönüllü olarak katılacağı 2. Dünya Savaşı’na dek bu işe sıkı sıkıya tutundu. Avrupa’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada farklı görevlerde bulunan Sellers’in kaderini ise ordu mensuplarını eğlendirmeye yönelik bir oluşuma katılması değiştirdi. Küçük yaşlardan itibaren geliştirdiği yeteneklerini savaşın son demlerini ve bitişini takip eden süreçte sergileme fırsatı bulan Sellers’ın yolu 1948 yılında BBC ile kesişince asıl hikaye başladı ve bundan sonraki yükseliş öyküsü hepimizin malumu. İyi bir gözlemci olan Peter Sellers, bu yıllarda heybesine attıklarını ileride canlandıracağı karakterleri gerçekçi kılmak için kullandı ve edindiği somut yaşantılar sinemasal kariyerini zirvelerde seyretmesine en büyük katkıyı sağladı. Aksan yeteneği, incelikli mimikleri ve benzersiz vücut diliyle bir karakteri canlandırmanın ötesine geçerek karakterin ta kendisi olan ve bu yeteneğiyle Time dergisine bile kapak olan Sellers’ın birbirinden özel karakterlerinden oluşan bir seçkiyle oyuncunun doğum gününü kutlamayı uygun gördük.
Being There (1979) – Chance
Hal Ashby’nin zamansız başyapıtı Being There’le ilgili kesin olan tek şey, Chance rolündeki Peter Sellers’ın en az Ashby kadar filmde pay ve hak sahibi olduğudur. Hayatı boyunca bahçıvan olarak çalıştığı evden dışarı adım atmayan, biraz yarım akıllı, biraz saf Chance’ın zihin ve duygu dünyasında yaşadıklarını kimi zaman sadece gözleriyle, kimi zaman da tebessümleriyle aktaran Sellers, filmin “doğru zamanda doğru yerde olma “ sığlığını kırıp evrensel bir menkıbeye dönüşmesini sağlayarak kariyerinin en iyi performanslarından birine, benim için birincisine imza attı. Herkesin gönlünde bir aslan yatar, kabul ama Peter Sellers’ın karakter galerisinde dolaşırken Chance’ın ulviyetini ayrı bir yere koymak lazım.
The Party (1968) – Hrundi V. Bakshi
En tatlı sakar Oscar’ı olsa kesinlikle sahibi Hrundi V. Bakshi olurdu. Daha açılış sahnesinde bir türlü ölmeyen figüran borazancıyla izleyenleri krize sokan Peter Sellers, filmografisindeki diğer karakterin çoğu gibi saf ve tertemiz Bakshi’yle oyunculuk nedir diye merak edenlere aradıkları cevapların neredeyse tamamını bulabileceği bir performans sunuyor. Sellers’ın canlandırdığı karakterin ta kendisine dönüştüğünün en güzel kanıtı kader ortağı Blake Edwards’ın The Party’sini birbirine katan Hintli figüran Bakshi rolü. Adını telaffuz edişini duymak bile haklı olduğumuza inanmanız için yeterli kanıt.
The Pink Panther Serisi– Inspector Jacques Clouseau
Henri Mancini’nin tema müziği, Blake Edwards’ın hınzır filmleri ve Peter Sellers’ın bir dedektifte olması gereken özelliklerin hiçbirine sahip olmayan Müfettiş Clouseau’su… Sinema tarihinin en ikonik karakterlerinden olan Clouseau hakkında herhangi bir söz söylemek manasız, farkındayız ve bu nedenle bu faslı hızlıca geçeceğiz ama bir dipnot düşmemiz lazım: Bütün The Pink Panther filmleri güzeldir ama A Shot in the Dark (1964) bir başka güzeldir.
Dr. Stranglove (1964) – Lionel Mandrake / Başkan Merkin Muffley / Dr. Strangelove
“Stanley Kubrick’in çektiği parodi filmi” şeklinde bir cümle kurmak bile yeterince tuhafken Peter Sellers’ın üç farklı karaktere hayat vermesini mantıklı bir şekilde izah etmek mümkün değil; bu absürt fantezi ancak Stanley Kubrick ve Peter Sellers gibi iki delinin başının altından çıkabilirmiş. Tüm zamanların en iyi savaş karşıtı eserlerinden olan bu film üzerinde yazıyla tahakküm oluşturmanın mümkün olmadığını düşündüğümüzden sizleri filmin tam adıyla uğurluyoruz: Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb
The Ladykillers (1955) – Harry Robinson
Coen Biraderlerin yeniden çevrimine imza attığı bu klasik eser, her ne kadar muteber bir yeniden çevrime sahip olmasa da bilinirliğini büyük ölçüde bu güncel versiyona borçlu. Alec Guinness ve Cecil Parker’la birlikte filmin yükünü çeken Peter Sellers, Cockney aksanıyla canlandırdığı karakterinde konuşturduğu dil ve mizah yeteneğiyle galerisine hoş bir parça daha ekleyerek zirve yapacağı yıllara dair önemli ipuçları sunuyordu. Filmografisi içerisinde biraz gerilerde kalsa da Sellers’ın erken dönem perforsmanlarına bakmak isteyen biri için The Ladykillers’dan ideal adres olamaz.
Casino Royale (1967) – Evelyn Tremble
Bugün yarım yüzyılı ve iki düzine filmi geride bırakmış Bond külliyatının alt metinlerini, klişe yönlerini, karakter tipolojisini tersyüz ederek bir parodi eser çıkartmak çok kolay ama tüm bu bahsettiklerimizi henüz 5. yılda yapmak herkesin harcı değil. Gayri resmi Bond filmi olan Casino Royale böyle bir eser, olabildiğince eğlenceli, hafif ve zeki üstelik. Orson Welles’ten Woody Allen’a, David Niven’dan Peter Sellers’a kadar uzanan renkli ve zengin kadrosuyla da resmi bir Bond filmini kıskandıracak düzeyde olan bu eserde her karakter kendine has bir aura yaratsa da Sellers’ın Evelyn Tremble’ının yeri bir başka.