Parazit

Memories of Murder (2003) gibi polisiye türüne sınıf atlatan çok iyi bir filme imza atmış, The Host (2006), Snowpiercer (2013) gibi ilgi çekici deneylere sahip yönetmen Joon-ho Bong, bir başka özel işi Madeo (2009) filminde ise intikam, adalet temalarından yola çıkarak suç, gerçek, annelik gibi önemli mevzuları sorgulatmış, polisiye, gerilim ve drama türlerini kurcalamıştı. Eleştirmenlerden gelen coşkulu tepkiler, kazandığı haklı Altın Palmiye ve kendisinin başyapıtıyla (nihayet) karşılaşmanın sevinci ile birlikte, Bong’un 21. yüzyılın en heyecan verici yönetmenlerinden birisi olduğu konusunda artık bir şüphe bulunmadığını söyleyerek söze başlayabiliriz.

Şimdilik senenin en iyisi olarak görünen, Uzak Doğu sinemasını yakından takip etmeyen seyircinin de takdir edip sevebileceği Parazit‘e gelecek olursak, filmi rahatlıkla üç bölüme ayırmak mümkün. Bu üç bölüm arasındaki kaygan, kusursuz geçişlerden dolayı öncelikle senaryo, sonrasında ise kurgudaki başarının altını çizmek gerek. Başka bir filmde, “film ikiye/üçe bölünmüş, kusurlu” diyeceğimiz yapı, bölümler birbirine zekice bağlandığı için eleştirecek bir özellik olarak gözükmüyor. Bir aile komedisi, (hafif) suç komedisi gibi başlayan film, evlerine konuk olduğumuz, bütün üyeleri işsiz, pizza kutusu katlama gibi günlük, geçici işlerle geçinen Kim ailesinin para kazanma çabası ile giriştikleri dalavereyi takip ediyor. Güney Kore’nin güncel durumunu kısa bir bölümde özetlemeyi başaran bu kısa girişin ardından, öncelikle ailenin erkek çocuğu, yurtdışına eğitime giden bir arkadaşının yerine, zengin bir ailenin kızına İngilizce özel ders vermeye başlıyor. Kim ailesinin diğer üyeleri ise sırayla, başka görevlerle aynı zengin ailenin yani Parkların evine ─kelimenin tam manasıyla─ yerleşiyor. Fakat filmin henüz yarısına gelmeden olayların sonuçlanmış olması, erken mutlu(!) son seyirciyi filmden koparacak derken Bong önceki filmlerinde yaptığı şekilde senaryosuna dâhice yeni bir katman ekliyor ve bir başka türe geçiş yapıyor. Türler ile oynayan, farklı türler arasında gezinen sinemasını daha önceki filmlerinde de gördüğümüzü girişte belirtmiştim.

Senaryoya eklenen bu yeni katman ev sahibi Park ailesinin kampa gitmesi ve bu durumu fırsata çeviren Kim ailesinin evde kendince bir eğlence düzenlemesiyle başlıyor. Bu sırada evin eski hizmetçisinin aniden gelişi ile evin bodrum katında “yatan” önemli bir sır ortaya çıkıyor. Devamında, planlarından vazgeçen Park ailesinin eve dönüşü, saniyelerin sayıldığı bir süreci başlatıyor. Seyirciyi diken üstünde tutan, nefessiz bırakan yaklaşık 40 dakikalık bu sekans, filmin yükseldiği ve anaakım bir gerilime kaydığı bölüm olarak göze çarpıyor. Yönetmenin uyguladığı bu konvansiyonel sinema tekniği, yarattığı kovalamaca ve saklambaç, ilk filmlerinden beri tarzını ortaya koyan ‘auteur’ bir yönetmenin yerilmesine, ucuz görülmesine sebep olabilir fakat bu bölümün ortasında (40 dakikalık sekansın 20. dakikasında) bir bilinmezin ortaya çıkışı, filme beklenmedik bir boyut katıyor. Bu hamle ile politik gerilime, sınıflar arası değil sınıf arası gerilime, alt sınıfın kendi arasında boğuşmasına ve bu sekansın bitiminde drama geçiş, son zamanlarda gördüğümüz en iyi kurgu şovunu seyretmemize vesile oluyor.

Özellikle yağmur sonrası kenar mahallenin sele kapılması, Kim ailesinin evlerine dönme çabaları ve devamındaki prodüksiyon tasarımı, eminim filmi seyreden Amerikalı büyük yapımcıları kıskandırmıştır. Günümüz sinemasına baktığımızda Kore sinemasının ulaştığı yer, hayret verici olduğu gibi aynı zamanda hayranlık uyandırıcı…

Yönetmenin birçok metaforla kurduğu filminde, henüz girişte, Kim ailesinin oğlunun, kendisine hediye edilen kayaya tepkisi “çok metaforik” oluyor; kendinin farkında olan hatta alay eden bir stil. Belki de çoğu seyircinin gözünden kaçabilecek daha ince bir metafor ise bodrumda iki aile arası yaşanan çatışma sonrası eski hizmetçi kadın klozete kustuğunda, sel basmış evlerine dönen Kim ailesinin kızının oturduğu klozetten suyun taşması: Peş peşe iki karede, pisliği birbirlerine aktarmaktansa, bu pisliği kendilerinden uzak tutmak için savaşması gereken alt sınıfı hayli dramatik bir yolla hedef gösteren bir geçiş…

Filmin benden tam puan alamamasının yegane sebebi, dikişleri görünen tek bölümü olan final sahnesi ve bu finali hazırlamak için iki üç yerde tekrar eden koku sembolünün kullanımı gibi görünüyor. Buraya kadar kullanılan koku, sınıf kaderine ve adaletsizliğe vurgu yapan iyi bir metafor iken kokunun finalde göz göre göre olayın trajediye, cinayete varması için kullanılması, filmin gerçekliğine ket vuran, eksik olarak görebildiğim tek nokta. Ölüm kalım anında, ölmek üzere olan adamın kokusundan rahatsız olduğu için arabasının anahtarını alamayan babanın zorlama, mantıksız hareketi ve bunu gören Kim ailesinin babasının ani bir öfke patlaması ile işlediği cinayettense (burada farkında olmadan politik bilinç sergiliyor ve ilk defa kendi sınıfıyla aynı safta savaşıyor), bodrum katında alt sınıfın (yeryüzünden, dünyanın geri kalanından habersiz) birbirini yok ettiği bir final daha etkileyici, mantıklı ve alt metne uygun olabilirmiş.

Film boyunca planlı davrandıklarında başarıya ulaşan Kim ailesi, finalde plansız davranarak çuvallıyor. Bu, yönetmenin alt sınıfa yönelttiği bir eleştiri gibi duruyor. Birbirleri ile bodrum katında didişmektense, üst sınıfın ‘parazit’i olarak yaşamaktansa, birlikte üst sınıfa karşı savaşmaları daha doğru olurdu sanki. Onca dökülen kan, bunca uğraş, çabadan sonra, sonuç olarak bodrum katta mahsur kalan, varlığını gizlemek zorunda olan kişi değişiyor ama bu kişinin yer aldığı sınıf aynı kalıyor.

Diğer Yazılar: Tuncay Uravelli
Transit
Avrupa’daki festivallerde yoğun beğeni kazanan filmleri ile ismini duyduğumuz Maren Ade, Ulrich...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir