Abel Ferrera’nın yönettiği ve Gérard Depardieu ile Jacqueline Bisset’nin başrollerini paylaştığı Welcome to New York, konusunu eski IMF başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın bir otel çalışanını taciz ettiği iddiaları ile ortaya çıkan skandaldan alıyor.
Depardieu tarafından canlandırılan Bay Deveraux, her gün elinden milyon dolarlar geçen, ulusların ekonomik kaderini elinde tutan, çok güç ve para sahibi bir adamdır. İleri derecede seks bağımlısı olan Deveraux; bu açlığını dizginleyememekle birlikte, bulunduğu konumun sağladığı avantajları kullanarak nemfoman olmaktan büyük bir zevk almakta, içgüdülerini durdurmak için herhangi bir yardım almaktan da imtina etmektedir. Elindeki güce fazlasıyla güvenen Deveraux’un geleceği, bir otel görevlisini taciz etmesiyle geri dönüşü olmaz bir şekilde değişecektir.
İşlediği konunun gücünü kullanamayan film her konuya ucundan kıyısından dokunmaya çalışırken odak noktasında büyük kayıplar yaşıyor. Neye vurgu yapacağını şaşırmışçasına konudan konuya atlayan film, diyaloglarda da aynı hataya düşüyor. Cinsel tacizi ele alan bir filmin, kadın çıplaklığını estetik biçimde kullanması ve sevişme sahnelerini bu denli uzun tutması bana oldukça tutarsız geldi. Yönetmenin Deveraux karakterini önce oldukça aşağılık bir adam olarak göstermesi, ilahi adalet tavrıyla acınacak durumlara sokması; filmin sonuna doğru ise karakterin kendi ağzından söylettiği diyaloglarla seyirciyi aslında Devaraux’nun dünyayı değiştirmeye çalışan bir idealist ve iyi bir aile babası olduğuna inandırmaya çalışması filmin inandırıcılığını yitiren ve seyirciyi sıkan detaylardan. Cinsel tacize uğrayan siyahi temizlikçi kadın üzerinden bir şeyler anlatmaya çalışırcasına; filmde durup durup yan rollerde Asyalı, siyahi, melez, Latin karakterlerin yüzüne yakın çekim yapmak, amacı karşılayamayan yüzeysel bir girişim olarak kalıyor. Aksine, filmde sesini ve fikirlerini duyabildiğimiz tek kadının ‘çok para sahibi’ olduğu sürekli tekrar edilen Simone (Deveraux’nun eşi) olması, filmi bu utandırıcı durumun savunucusu konumuna sokuyor.
Ne cinsel taciz, ne adalet, ne sosyal eşitsizlik/cinsiyet eşitsizliği ne de sınıf farkı konusunda doğru dürüst bir argüman sunamayan ve net bir duruş sergileyemeyen film, Fransız sinemasının önemli aktörlerinden Gérard Depardieu’nun yeteneği ve birikiminden dahi faydalanamıyor. Depardieu’nun her sahnede bıkkın ve monoton rol yapmasıyla filmin temposu iyice düşüyor. Yönetmen bu dağınıklığı yepyeni bir odağa çevirerek filmi aile konusunda anlamsız bir diyalogla bitiriyor. Başı, ortası ve sonu çok farklı filmlere aitmiş gibi görünen Welcome to New York; ismiyle dahi alakasız kalan, fazlasıyla nötr bir film.