“Yaşlı bir babanın kurduğu hayallerde saklıydı zamanında gösteremediği sevgi ve şefkatin yüceliği…”
Yaşlı ve alkolik bir adam olan Woody (Bruce Dern), kendisine çıktığını sandığı 1.000.000,00 $ lık piyango biletinin peşine düşerek yaşadığı yer olan Montana’dan Lincoln’e neredeyse her gün yürüyerek yola koyulur. Ancak durumun farkında olan oğlu David (Will Forte), her defasında babasını yoldan alır ve evine geri götürür. Zamanla, Woody’nin bu hayalinin peşini bırakmayacağını anlayan David ani bir kararla babasını Lincoln’e götürme kararı alır.
Bu yolculuk, Woody’nin hayaline kavuşması açısından ne kadar önemli ise bir yandan da David’in babasının bilmediği yönlerini keşfedeceği, o ana kadar anlamlandıramadığı davranışlarının derinine inebileceği bir hal almaya başlar. Ve bu keşfin en önemli durağı da yol üzerinde uğradıkları ve Woody’nin doğup büyüdüğü, eski dostlarının ve akrabalarının yaşadığı yer olan Hawthorne olacaktır.
Hawthorne’da yaşanan olaylar, David’in hem babasına dair bilgiler edinmesine hem de ona duyduğu karmaşık duyguların başlı başına sevgiye dönüşmesine sebep olacaktır.
Filmin konusu hakkında daha fazla detaylı bilgiler vermek yerine, bu detayları filmi izleyerek görmenizi tavsiye ederek eleştirime başlamak istiyorum.
Öncelikle, filmin yönetmeni Alexander Payne’in filmi siyah beyaz çekerek bir risk aldığını, ancak bu riskin üstesinden geldiğini belirtmek isterim. Zira, filmin belki de esas amacı olan; Woody’nin geçmişini ve karakterini oğluna aktarma fikri, bu çekim tekniğiyle bizi olayları sanki o dönemde yaşıyormuşuz hissi veriyor.
Filmde dikkatimi çeken en önemli unsur ise, yönetmenin; izleyicinin duygu yoğunluğunu yaşaması ve bazı sahneleri hayallerinde canlandırması için açık noktalar bırakmasıydı. Şöyle ki: öyle bir sahne oluyor ki işte şimdi David, babasına sarılacak ve biz de gözyaşlarımızı tutamayacağız diyorsunuz, ancak bir anda sessizlik oluyor. İşte bu sessizlik anında siz ister istemez o boşluğa kendi hayal dünyanızdaki duygusal yoğunluğu aktarıyor ve filmi tabiri caizse tamamlıyorsunuz.
Filmin kastında profesyonel oyuncuların yanı sıra amatör oyuncuların da olduğunu görüyoruz. Bu durum bazı sahnelerde kendini belli etse de genel itibariyle çok sırıtmıyor, hatta ayrı bir tat ve doğallık katıyor diyebilirim.
Esasında “Nebraska” daki derinlik hakkında söylenecek çok daha fazla unsur mevcut ama bunları yazmam bu yazıyı okuyanlara ve akabinde filmi izleyecek olanlara haksızlık olur diye düşünüyorum.
Film 86. Oscar ödül törenlerinde ise “En İyi Film”, “En iyi Orijinal Senaryo”, “En İyi Erkek Oyuncu” dalları başta olmak üzere toplam 6 dalda Oscar’a aday ve izlediğim kadarıyla da bu adaylıkları fazlasıyla hak ediyor gibi. Bruce Dern’in oyunculuğu ise takdire değer doğrusu. Hatta bence Oscar için Leonardo DiCaprio ile yarışır gibi gözüküyor.
Kısaca filmin kadrosundan bahsedecek olursam; filmin başrolünde bulunan Bruce Dern ve Will Forte’ye filmde June Squibb, Bob Odenkirk, Stacy Keach eşlik ediyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi filmin yönetmeni “Schmidt Hakkında (About Schmidt)”, “Sideways” ve “Senden Bana Kalan (The Descendants)” filmlerinin de yönetmeni olan Oscar ödüllü Alexander Payne, filmin senaristi ise Bob Nelson.
Filme dair kısa bir anektod:
Bob Nelson, Payne’in yakın arkadaşıdır ve köken olarak Nebraska’lı olan Payne’e filmin Nebraska’da geçmesi münasebetiyle bir nevi vefasını göstermiştir.