Muhteşem Kadın

2017 senesinde yabancı dilde en iyi film Oscarını alan Muhteşem Kadın, konusu itibariyle farklılık yaratsa da karakterlerin cinsel yönelimlerinin değişimiyle var olabiliyor. Yani, karakterler arasında heteroseksüel bir aşk yaşanırken, bu sefer aşk bir erkek ve kadın arasında yaşanmıyor. Bir Trans kadın ile bir erkek arasında yaşanıyor. Filmin en önemli farklılığı, heteroseksüel aşkı, transseksüel bir birey üzerinden dizayn etmesi oluyor. Muhteşem Kadın, cinsel yönelim üzerinden toplumun hafızasında tuttuğu heteroseksüel aşka, bir transseksüel karaktere bağlı olarak yeni bir kavram yüklüyor. Yeni bir aşk kavramı yaratıyor. Kavramı derinleştiriyor, daha geniş çapta görünürlük kazanmasını sağlıyor.

Marina, kendisinden yaşça büyük biriyle aşk yaşayan bir trans kadındır. Geceleri şarkı söylemekte ve hayatını kazanmaktadır. Sevgilisi Orlando’nun ölümüyle işler tersine döner. Film hakkında ipucu verebilecek bu üç cümleyi, kısa bir beyin jimnastiği için yazdım. Marina trans bir birey olmak değil de normal bir kadın olsaydı, burada kadın erkek aşkı içinde sıkışan sıradan bir aşk hikayesi izleyecektik. Zira senelerdir Hollywood’un formülleşen aşk hikayelerine aşinayız. Fakat yönetmen Sebastian Lelio, bu yeni aşk hikayesine, bir de trajedi elementini ekleyerek “Muhteşem Kadın”ı yarattı. Seyirci bir dramdan öte bir olağanüstü trajediyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Lelio’nun hikayesi girişte de dediğim gibi; bu noktada ön plana çıkıyor. Yasak aşk üzerinden bir toplumun röntgeni çekiliyor.

Toplumun yasak aşk üstünden röntgeni

Marina ile Orlando iki sevgilidir. Marina ve Orlando zaman zaman buluşup aşklarını yaşarlar. Bu aşk bildiğimiz aşktan farklı olarak; bir kadın erkek ilişkisinin ötesinde bir trans kadın ile erkeğin ilişkisi olarak peliküle yansır. Marina’nın trans olmasını pek önemsemeyen Orlando, onu tam bir kadın gibi görerek bir aşk yaşamaktadır. Orlando’nun ve Marina’nın mükemmel aşkı Orlando’nun ölümüyle bambaşka bir duruma evrilir. Toplumun gözüne batan bir yasak aşk halini alır. Yasak aşk teması bu filmde farklılaşarak, ailelerin arasında problem olmasını öteleyerek toplumsal bir önem de kazanır.

Orlando’nun ölümüyle hastane, polis ve Orlando’nun eski eşi ve akrabaları Marina’yı tüm toplum nasıl görüyorsa öyle görmeye başlıyorlar. Bir anda Orlando’nun ölümü, Marina’nın  kimliğinin sorgulanmasına sebep olur. Marina dikkat çekmeye başlar. Bir anda hastanede ya da yolda hedef haline gelir. Polis, kaçmadığı halde Marina’nın kimliğini sorgular. Hastanedeki doktorlar, onu dışarı atar. Orlando’nun eski eşi ve akrabaları ise, onunla karşılaşmak, cenazeye davet etmek bile istemez.

Sürekli hedef haline gelen Marina, toplumun bir sorunu olduğunu anlamış olur. Bir de yasak aşkın, aşk boyutu var. Özellikle Orlando’nun eski eşi ile yaşadığı karşılaşmalar ise; Orlando’nun eşinin iyice rencide olduğu izlenimini verir. Eski eşi Marina’ya bakarken bir uzaylıya bakıyor gibidir. Hatta neye benzediğini merak ettim diyerek bu iddiayı güçlendirir. Orlando’nun eski eşinin yerine sevgili sıfatını Marina’ya yüklemesi, eski eşi için bir hakaret vesilesi olur. Filmde bu sözel olarak anlatılmasa da kadının, Marina’ya karşı kaba davranışı ve ardından gelen akrabalarının insanlık dışı davranışı rencide olmuş bir kadın izlenimi yaratır. Aile bireyleri Marina’ya zarar vermek için ellerinden geleni yapar. Marina’yı bağlar ve onu darp eder.

Heterokseksüel aşktan homoseksüel aşka evrilen janrın bir üyesi: Muhteşem Kadın

Daha önce yasak aşk kavramından da bahsetmiştim. Orlando’nun bir transla birlikteliği toplum için yeni bir yasak aşk konsepti yaratıyor. Toplum tarafından dışlanan bir bireyle aşk yaşayan bu heteroseksüel erkek, bu aşkı ailesinden olduğunca uzakta yaşamayı tercih ediyor. Ki nedenini yukarıda ayrıntılı olarak anlattım. Eski Karısı, Marina’yı kabul etmek bir yana, onu yakınında gördüğünde şaşırıyor. Orlando ise bu transı tam bir eş, sevgili veya partner çerçevesinde değerlendirip onunla birçok an paylaşıyor. Örneğin, gittiği hamamın anahtarını, sevdiği köpeğini, hatta yatağını paylaşacak kadar yakın biri olarak görüyor.

Heteroseksüel aşkın artık modasının geçip geçmediğini bilemiyorum. Sinema salonlarında film izleyen seyirci için tahmin edilebilir bir film janrası olan romantizm kavramı, homoseksüel anlamda da derinlik kazanarak yenileşme yoluna girdi. Geçen sene vizyona giren “Call Me By Your Name” aşk kavramı hakkında, sümenaltı edileni günyüzüne çıkarmak adına gerçek bir meydan okumaydı. Heteroseksüel aşkın kalıplarıyla, homoseksüel bir aşkı yaratıp seyirciye izlettirmeyi başarmıştı. Bu tablo, aşağıdan gelen dip dalagasının bir yansıması olarak, Amerikan toplumu için trans kadın ile erkek aşkının da ödüllendirilmesini beraberinde getirdi. Sadece aşk değil aynı zamanda trans birinin günümüz toplumundaki yaşama zorlukları da bu filmin içinde kendi yer buldu. Gelecek ne getirir bilemiyorum ancak bu tarz filmlerin hayata daha fazla derinlik katacağını söylemek lazım. Hollywood bu derinliği, detay olarak filmlere işlemeye başladı bile. Biz seyirciye de beklemek düşer.

Diğer Yazılar: Burç Karabulut
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir