MICHAEL CORLEONE: ONCA REDDEDİŞE VE İNKARA RAĞMEN KADERDEN KAÇAMAMAK

Sunucu: Daha önce onun gibi bir gangster gördün mü?

Al Pacino: Onu hiçbir zaman bir gangster olarak görmedim. Bu onun kaderiydi!!

Al Pacino, 2015’te katıldığı bir talk Show’da ikonik karakteri Michael Corleone için birebir bu cümleleri kurmuştu. Bu yazımız da buradan yola çıkarak olabildiğince derin bir Michael Corleone Analizi olma amacıyla yazılmıştır. Aynı zamanda Michael’ın karakter ve politik analizini de yapacağız.

1920 yılında New York’ta tek odalı denebilecek bir evde doğduğunda babasının onun için bambaşka hayalleri vardı. “Senatör Corleone, Vali Corleone, Yargıç Corleone, ya da bir başka pezzo da novanta”. Ama o her zaman ailesinden uzak, kendi yoluna gitmeye kararlıydı. Aile işlerinden daima uzak durdu, babası gibi suçlu olmak istemedi, daima sivil bir vatandaş olma idealiyle yanıp tutuşuyordu. Babasının köklerini de başından beri reddetme eğilimindeydi. Savaş sonrasında evine kahraman olarak döndüğünde yanında annesi, kız kardeşi, yengesi gibi geleneksel Katolik İtalyan şekilde doğup büyümüş değil, modern bir Amerikalı bir genç kadın olan Kay Adams ile katılmıştı kız kardeşi Costanze (Connie)’nin düğününe.

Halbuki 1946’nın başlarında Solozzo ve McCaluskey’i öldürüp Sicilya/ Corleone’ye gittiğinde yeniden köklerine dönmek için yanıp tutuşuyordu. Tam olarak ailesinin istediği gibi geleneksel bir İtalyan köyünün genç kızıyla evlendi, öz vatanının gereksinimlerine göre sakin bir hayat yaşamaya başladı. Ancak sonra yeniden kader onun için ağlarını ördü ve Michael artık İtalyanlığını tamamen orada bırakarak karısının öldürülmesi sonrasında Amerika’ya dönerek Don ünvanını babası Vito’dan devraldı. Bu süreçte nevrotik ve aşırı fevriliğiyle bilinen abisi Santino (Sonny) de öldürülmüş, aklı fazla gelişmemiş olan, çocuk gibi davranan kardeşi Fredo dışında kimse kalmamıştı. Ki anlaşılacağı üzere Fredo aileyi yönetebilecek son kişi dahi değildi, yönetmesi imkansızdı. Böyle bir atmosferde Michael saf eril iktidar olarak başa geçti ve babasından da aldığı taktiklerle aileyi yok etmeyi amaçlayan tüm diğer aile liderlerini aynı günün birkaç saati içinde farklı yerlerde öldürterek zirvede tek başına kaldı.

Bu kararı da tıpkı babasının tek bir telefonuyla askere gitmekten kurtulabilecekken Amerika adına orduya yazılması ile yine köklerine karşı ördüğü duvarın bir yansımasıydı. Michael aslında Don Corleone olduktan sonra değil her zaman yalnızdı, çok bireyci bir karakteri vardı. Ancak onu babası, iki abisi ve kız kardeşinden ayıran özellikleri vardı. Şeytani bir zeka, kaskatı bir soğukkanlılık ve içten pazarlıklı düşünce yapısı. Bu gibi özellikleri Michael Corleone’nin 1955’te Don Corleone olduğunda kendi gözünden bakarsak nefret ettiği yeraltı dünyasında nasıl da hiç yabancılık çekmeden yükseldiğinin en önemli sebepleri arasındaydı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya yepyeni bir döneme girdi. Avrupa’da faşizm yenildi, dünya Amerika Birleşik Devletleri & Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında iki kutuplu bir yeni mücadelenin içine girdi. 1946’da başlayan bu yeni döneme Soğuk Savaş adı verildi ve Soğuk Savaş 1991’de SSCB’nin resmi olarak dağılmasına dek sürdü. Bu dönemlerde özellikle 50’li yıllardan itibaren çok uluslu şirketlerin kurulması sonucunda devletlerin yönetim şekillerinde çok ciddi değişimler yaşanmaya başladı. Makyavelist ve pragmatist dünya liderleri, sayılarını hızla arttırdılar ve lideri oldukları ülkeleri bir holding, bir şirket gibi yöneterek yeni dünya düzeninde çok önemli yerlere gelerek büyük ayrıcalıklar elde ettiler. 1959 yılında Michael Corleone’nin kendisini ‘yargılayan’ mahkeme jürisi ve başkanına söylediği gibi “godfather, mafya, cosa nostra gibi yakıştırmaları kabul etmiyor, IBM, ITT’de hisseleri olduğu”ndan dem vuruyordu.

Yani mesele mafya veya diğer suç örgütleri değildi, mesele çok uluslu şirketlerin yayılmacı programlarına ayak uydurarak aileyi, örgütü, devleti, mafyayı o şekilde yönetmekti. İşte Michael Corleone de tam olarak böyle yaptı. Babasının sıfırdan kurulan, aileyle iç içe ve sevgi içeren imparatorluğunu onun ölümüyle birlikte yıktı, özellikle savaş sonrası dönemde Kissenger ve yayılmacı doktrinlerle savaşa sokmadan içeriden çökertme siyasetlerinin var olduğu dönemlerde mafyanın en aleni şekilde varlığını sürdürdüğü şehri Las Vegas, Nevada’ya taşıdı. Nevada’da mafyanın özellikle Küba’daki CIA destekli devlet başkanı Batista ile çok yakın ilişkileri bulunmaktaydı.

İlerleyen yıllarda Michael zamanının Amerikan Devlet Siyasetine paralel bir hayat yaşayarak kararlarını adeta pragmatist ve makyavelist bir siyasetçi gibi verdi. Yeri geldi kardeşini öldürttü, karısından ayrıldı, İtalyanlıktan tam anlamıyla sıyrıldı. İlk filmdeki düğün sahnesinin aksine ikinci filmin başındaki sahnedeki müzisyenler tek bir yöresel İtalyan şarkısını dahi bilmiyorlardı, çünkü buna gerek yoktu. Babası Vito gibi ziyaretçilerine babacan değil, soğukkanlı, bürokratik ve ikiyüzlü davrandı, ayrıca aile devletle iç içe oldukça Senatör Pat Geary gibi ikiyüzlü siyasetçilerle de iş yaptı.

Kendi imparatorluğunu tam anlamıyla çok uluslu yayılmacı devlet politikalarına uyarlayarak durmaksızın genişletti ancak bunu yaparken müthiş bir yalnızlığın içine düştü. Fiziken kaybettiği aile üyelerinin yanı sıra hayatta olanları da fiilen kaybetti. Sonuç olarak Michael Corleone, kararlarıyla, yaptıklarıyla, yaptırdıklarıyla, istekleri, istemedikleriyle sinema tarihinin en ikonik, en ‘saf insan’ karakterlerinden biri oldu.

Diğer Yazılar: Deniz Kuş
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir