YOZLAŞAN, AHLAKÇI AMERİKA’NIN GÜNAH KEÇİSİ
Cabaret, All That Jazz gibi çok ses getiren ve bol ödüllü müzikal filmlerin yönetmeni Bob Fosse’un 1974 yapımı filmi Lenny, 40’lı yıllardan 1966’daki ölümüne dek mizah tarzıyla Amerikan stand-up dünyasını adeta ateşe veren aykırı komedyen Lenny Bruce’un çarpıcı hayat hikayesini anlatıyor. Senaryosunu Julian Barry’nin yazdığı, görüntü yönetmenliğini Bruce Surtees’in kurgusunu ise Alan Haim’in yaptığı film adeta gerçek bir underrated hazine.
Yönetmen Bob Fosse, tiyatro yönetmenliğini filme adapte etmede kesinlikle çok başarılı. Yer yer belgesel tadında olan sahneler, özellikle stand-up sekansları, normal olmayan aile hayatı, annesi ve eşiyle çarpık ilişkisi, Amerika’nın askersiz yayılmacı doktrinlerinin yaratıcıları olan başkanlar Harry S. Truman & Dwight Eisenhower hükümetleriyle sürekli başı derde girerek mahkemelere verilmesi gibi tüm bu olaylar filme çok yakışan bir sinema diliyle anlatılıyor.
Siyah beyaz seçimi çok yerinde ve çarpıcı, filmin belgesel diline de çok yakışıyor. Bruce Surtees’in sürekli yer değiştiren hareketli kamerası da Lenny’nin dur durak bilmeyen hareketli hayatını anlatmada çok faydalı oluyor. Sahneler ve sekanslar arası geçişlerde de kurgucu Alan Haim’in başarısı takdire şayan.
ANALİZ
“Ben *tamamen* yozlaşmışım. Yani, gerçekten! Tüm eylemlerim. Tüm ekonomik başarım, her ne ise, *yalnızca* ayrımcılığın, şiddetin, çaresizliğin, hastalığın ve adaletsizliğin varlığına dayanıyor. Ve eğer, bir mucize eseri, tüm dünya birdenbire sakin ve saf olsaydı, bir yerlerde bir işsizlik kuyruğunda duruyor olurdum. Görüyorsun, ben bir ahlakçı değilim. Öyle olsaydım, maaşımı o öğretmenlere bağışlardım. Doğru mu?”
Filmin bir yerinde Lenny Bruce böyle bir monolog sunuyor seyircilere. Filmde kendisini izleyenlere, gerçekte ise bizlere. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan kültüründeki gelişmeler bu filmin analizinde çok önemli bir yer tutuyor. 60’ların sonlarıyla birlikte Vietnam Savaşı, 68 olayları, bunlara karşı tereddütsüz şiddet uygulayan devlet, kontgerilla çeteleri, seri katillerin artması, şiddetin toplumun neredeyse her kesiminde bulduğu çok büyük karşılık gibi daha birçok şey.
Lenny’nin bu monologda anlattığı durum da tam olarak bu aslında. Devlet ve devlet aracılığıyla şiddete adeta alıştırılmış bir toplum, içeride her türlü sözüm ona ahlaksızlık yapılırken bir komedyen kendi kara mizah tarzıyla adeta hükümetleri ve halkı karşısına alıyor. Hem çok seviliyor hem nefret ediliyor. Defalarca mahkemeye veriliyor ve kısa hapis cezaları alıyor. Çünkü asıl mevzu Lenny’nin stand-up tarzının kendilerinin korktukları bir toplumsal uyanışa sebep olabileceği aslında. Lenny, gösterilerinde devlet kurumlarının ve toplumun ahlaki ikiyüzlülüğünü, tamamen yolsuzluğa batmış bürokrasiyi alaşağı ederken bir yandan da mizahında karşısına aldığı toplulukla mücadele ediyor ve elbette bu hayatta kalmasına yetmiyor artık.
Film aslında dönemin Amerikan halkı için, şimdinin de Türkiye halkı için bir ayna görevi görebilecek kadar güçlü bir eser. Özellikle günümüzde şiddetin, kötülüğün, cesaretin, yozlaşmanın bu denli sıradanlaşması belki de hepimizin içinde, bunları yaptığı gösterilerle yüzümüze çarparak bizi uyandıracak birisini istediğimizin veya düşündüğümüzün ispatı. Ve Lenny’nin de dediği gibi; dünya bu kadar saf ve tertemiz olsaydı o zamanın ve günümüzün şiddeti normalleştiren veya eserlerinde kullanan sanatçıları, onların eserleri günümüzde bulundukları yere gelir miydi?
Sözün özü Lenny, bir komedyen biyografisi olmasının çok daha fazlası, toplumsal çürümenin yüze çarpılması ve bunun etkileri üzerinden sorgulanabilecek, saatlerce tartışılabilecek çok güçlü bir toplumsal, ahlaksal ve siyasal hiciv başyapıtı.