KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ

THE KILLING OF A SACRED DEER VE IPHIGENIA

Usta kardiyolog Steven ile oftalmolog eşi Anna ve örnek gösterilebilecek çocukları Bob & Kim’in kusursuz denilebilecek seviyedeki mutlu hayatları, aralarına önce misafir olarak başlayıp sonra zorla girmeye başlayan genç Martin’in ortaya çıkmasıyla bir çıkmaza girecek ve sonrasında ise bu çıkmaz bir ölüm kalım savaşına dönüşecektir.

MİTOLOJİK ARKA PLAN

Yunan mitolojisinde Yunanlı Miken kralı Agamemnon, Artemis’in kutsal geyiklerinden birini öldürdüğünde Tanrıça Artemis de karşılık olarak Agamemnon’dan kızı Iphigenia’yı öldürmesini ister. Eğer istediğini yerine getirmezse Agamemnon’un Truva Savaşı öncesinde başlamasını istediği rüzgarları çıkarmayacak ve böylece mitoloji tarihinin belki de en büyük savaşı da yaşanmayacaktı.

Bunun üzerine Agamemnon, kendisinden isteneni zorla da olsa yerine getirdi ve büyük kızı Iphigenia’yı kurban ederek Truva Savaşı’nın başlayabilmesinin önünü açmış oldu.

FİLM ANALİZİ

Üst orta sınıf diyebileceğimiz bir aile olan Murphy ailesinde anne ve baba mesleklerinde önemli yerlere gelmiş ünlü doktorlar olarak karşımızdalar. İki çocukları var. 12 yaşındaki Bob ve 14 yaşındaki Kim. Hem baba Steven, hem de anne Anna, mesleklerini ustalıkla icra ediyorlar. Kusursuz diyebileceğimiz bir hayatları var. Oldukça lüks bir evde mutlu mesut yaşamaktalar. Düzene ve zenginliğe olan hayranlıkları da hareketlerinden, jestlerinden, konuşmalarından belli oluyor. Bunların bir anda bozulması gibi bir ihtimali ise duymak bile istemeyecekleri hepimizin malumu.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

İşte burada kilit karakter Martin ile tanışıyoruz. Martin oldukça genç, 16-17 yaşlarında bir genç. Bir süredir Steven ile onun çalıştığı hastanede görüşüyorlar ve bu görüşmeler belli bir arkadaşlık çerçevesinde dikkat çekmeden ilerliyor. Sonunda Steven Martin’i, Martin de bir süre sonra Steven’ı kendi evine davet ediyor ve bu görüşmelerden sonra artık bir takım gariplikler yaşanmaya başlıyor. Murphy’lerin gayet sağlıklı çocuklarından küçük Bob elden ayaktan düşüp yoğun bakımlık oluyor, yemekten kesiliyor, yürüyemez hale geliyor. Ondan bir süre sonra da ablası Kim, tam olarak kardeşi gibi aynı sağlık sorunlarından muzdarip hale geliyor.

Steven da, Anna da mesleklerinde zirve denilebilecek bir yerde olmalarına karşın çocuklarla birlikte çalıştıkları hastanede kalıp durumları takip etmek dışında hiçbir şey yapamıyorlar. Artık yazının başında bahsettiğimiz düzenli üst sınıf burjuva yaşantısından eser yok. Maddi anlamda hiçbir sorunları yok ancak evlatları ellerinden kayıp gidiyor, psikolojileri bozuluyor.

Ve artık filmin ortalarından itibaren Steven’ın sırrını öğreniyoruz. Martin’in ölen babasının ameliyatını yapan doktor Steven ve Martin’in iddiasına göre de bu ameliyata alkollü bir şekilde giriyor ve ölüme sebebiyet veriyor. Martin, Bob’ın durumunun ciddileşmeye başlamasıyla birlikte hastaneye kilit bir ziyaret yapıyor ve Steven’a kendi şartını ve eğer istediğini yapmazsa kendisi dışında tüm aile üyelerinin Bob gibi bilinmeyen bir şekilde rahatsızlanarak yavaş yavaş öleceğini söylüyor.

Buradan da anlıyoruz ki Martin burada Artemis’e, Steven Agamemnon’a, çocuklar Iphigeiya’ya ve Martin’in babası ise Kutsal Geyiğe evriliyor. Steven da elbette tıpkı Agamemnon gibi ilk başlarda işi kendi yöntemleriyle çözmeye çalışıyor ancak hiçbir şey olmuyor. Sonunda Martin’in istediğini yapıyor ve oğlu Bob’u kurban ederek ailesinin üzerindeki laneti kaldırıyor. ‘Kusursuz, düzenli’ hayatlarına devam ediyorlar

TEKNİK ANALİZ

Sinematografi Yorgos Lanthimos’un her filminde olduğu gibi muazzam. Özellikle bundan bir sonraki filmi The Favourite’te neredeyse Kubrick’in Barry Lyndon’ı, Forman’ın Amadeus’u ile yarışabilecek seviyeye gelecek olan geniş açılı lens kullanımı The Killing of a Sacred Deer’da da kusursuz kullanılıyor. Öte yandan filmin Cannes’da en iyi senaryo kazanmasını yadırgayabilenler olabilir ki bunun için mitolojik hikayeyi iyi bilmek gerekiyor. Yoksa ortada böyle bir intikam planı kurmak için bir sebep olmayabiliyor. Yönetmenlik, sinematografi ve senaryo böyleyken oyunculuklar ve özellikle oyuncu yönetiminde aynı başarıdan söz etmek maalesef pek mümkün değil. Martin olarak adeta tanrılaşan Barry Keoghan’ın karşısında Colin Farrell, Nicole Kidman oldukça sönük kalıyor. Performanslardan birinin diğerlerinden bu kadar fazla üstün olması da elbette filmin en önemli eksisi olarak görülebilir.

İyi seyirler, iyi okumalar.

Diğer Yazılar: Deniz Kuş
ÇİLİNGİR SOFRASI
KAÇ YIL GEÇERSE GEÇSİN AŞK BAKİ KALIR Genç yönetmen Ali Kemal Güven’in...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir