Komedi, sinemada yapılması en zor işlerden birisidir ama bazı oyuncular vardır ki onu dünyanın en kolay işi gibi gösterebilirler, Gene Wilder gibi. Komedinin en büyük isimlerinden Wilder, dünyaya Büyük Buhran döneminin akabinde Jerome Silberman adıyla gelir fakat sahne tozunu yutmaya niyetlendiğinde “Jerry Silberman adlı birini Hamlet’i canlandırırken hayal edemediği” için ismini değiştirir, – sonradan yeni isminde birini de Hamlet olarak hayal edemediğini not düşer tabii. Sürekli hasta olmasına rağmen kendisini mutlu etmeye çalışan ve her şeyiyle ilgilenen annesi Jeanne’i onurlandırmak amacıyla benzer telaffuzdaki Gene’yi (Aslında bu bilinçli bir seçim değildir, sevdiği bir roman kahramanından aldığı Gene’nin annesinin ismiyle olan benzerliğini çok sonradan fark ediyor, bilinçaltının kendisine yaptığı hoş bir sürpriz olarak kabul edebiliriz.) çok sevdiği Our Town oyununun yazarı Thornton Wilder’ın soyadını alarak Gene Wilder’a dönüştükten sonra kendisini Broadway’e atan Silberman’ın kariyeri belli tesadüfler sonucu bambaşka bir noktaya, paralel evrene bırakılmaktan son anda kurtulan bir başarı öyküsüne evrilir. Milos Forman ve Jack Nicholson ikilisinin sinema tarihine adını kazımasından önce de gayet popüler olan One Flew Over the Cuckoo’s Nest’te McMurphy’i canlandıran Kirk Douglas’la birlikte sahne alarak adını geniş çevrelere duyuran Gene Wilder, One Flew Over the Cuckoo’s Nest’ten yaklaşık 6 ay önce oynadığı Bertolt Brecht oyunu Mother Courage and Her Children’da hayatını değiştirecek kişiyle, Anne Bancroft’la bir araya gelir. Önemli oyunlarda küçük rollerde dikkat çeken bu genç adamı, henüz televizyon dışına çıkma fırsatı bulamayan sevgilisi Mel Brooks’la tanıştıran Bancroft, asla tahmin edemeyeceği büyüklüğe ulaşan, sinema tarihinin en eğlenceli -ve değerli- birlikteliklerinden birinin başlamasına vesile olur. Mel Brooks’la tanışırken kendisini “bir dram oyuncusu” olarak sunan Wilder, düşüncesini teyit etmek istercesine – Actor’s Studio bağlantısını kullanarak- Arthur Penn başyapıtı, ciddi ve karanlık Bonnie and Clyde’la (1967) sinemaya adım atar. Bu başlangıca rağmen Mel Brooks, aynı yıl çektiği ve Wilder’a yardımcı oyuncu dalında Oscar adaylığı getiren The Producers’la kendisine “özünde bir komedi oyuncusu yattığı” gerçeğini haykırır ve potansiyelini ortaya koymaya davet eder. Devamı ise hepimizin bildiği hikâye, “komedinin hile kodunu” bir anda eline geçiren bir çılgının, dur durak bilmeden sağa sola savurduğu öldürücü mizahtan doğan, muazzam eğlenceli bir filmografi ve geçtiğimiz yıl, fonda Elle Fitzgerald’ın “Over the Rainbow”u çalarken sonlanan, mutlu bir hayat… Uzun yaşamına rağmen çok az filmde oynayan Gene Wilder’ın en sevdiğim filmlerinden oluşturduğum bu seçkide önemli filmlerinin neredeyse tamamına yer vermeye çalıştım ve filmleri kronolojik olarak sıraladım efendim, top sizde artık.
The Producers (1967)
Hem Mel Brooks’u hem de Gene Wilder’ı piyasaya tanıtan The Producers, tiyatro üzerinden ilerlese de, “Hollywood kendini anlatan hikâyelere torpil geçiyor” önermesine sığınanların eline koz vermeyen ender filmlerden biri olmayı başarmasından ötürü bile takdiri hak ediyor. Pek parlak bir film olmayan Rhinoceros’ta (1974) da birlikte çalışacağı büyük efsane Zero Mostel’le başrolleri paylaşan Gene Wilder, histeri krizleri geçirdiği anlarda renkten renge giren, kendisine has jest ve mimiklerin en güzel örnekleriyle bezeli Leo karakteriyle Oscar adaylığı kazanarak -ki Mel Brooks da senaryo adaylığı elde etmiştir- büyük bir kariyerin başlayacağının sinyalini daha yolun başındayken vermiştir. Mel Brooks’un History of the World: Part I’de (1981) ustalaştıracağı “tarihi alegori” yetisinin ilk örneği sayabileceğimiz Springtime for Hitler –oyunun haklarını satın almak için yazarıyla buluştukları kısım da sinema tarihinin en güzel sahnelerindendir- üzerinden türlü cambazlıklarla düzlüğe çıkmaya çalışan yapımcıların bu eğlenceli öyküsü maddi açıdan iç açıcı sonuçlanmasa da Brooks ve Wilder ikilisinin kariyer seyrini belirlemiştir.
Start the Revolution Without Me (1970)
Korsikalı bir derebeyinin ve sıradan bir köylünün eşinin aynı yerde iki tane ikiz bebek dünyaya getirmesinin –ve bu ikizlerden birer tanesinin karışmasının- Fransız İhtilali’nin ve Avrupa’nın kaderini sonsuza kadar değiştirdiğini biliyor muydunuz? Kulağa şehir efsanesi tadında geldiğinin farkındayım ama XVI. Louis’in yazlık sarayının önünde duran Orson Welles’ten bu bilgileri duyunca insanın inanmaktan başka şansı olmuyor. 1789 yılına konumlanan, Demir Maskeli Adam’dan Maria Antoinette’e kadar Dumas Fransa’sını bir araya getiren Bud Yorkin harikası Start the Revolution Without Me, “yanlışlıklar komedyası” türünün en güzel örneklerinden biridir. Gene Wilder ve Donald Sutherland’ın iki farklı rolde birbirine tamamen benzeyen karakter ortaya koymaları ise Avare’nin (1951) “kalıtım mı çevre mi” sorusuna yeni bir bakış açısı sunmak isteyenler için gayet ideal. Benim gibi dürüst Monty Python hayranları ise Monty Python and the Holy Grail’in (1975) bu filme çok şey borçlu olduğunu dile getirmekten hiçbir zaman çekinmemiştir ama siz yine de bunu fazla dillendirmeyin.
Willy Wonka & the Chocolate Factory (1971)
Günümüz çocukları Willy Wonka’yı Johnny Deep suretinde görme gibi bir talihsizlik yaşasa da belli bir yaşın üzerindeki herkes için gerçek Willy Wonka Gene Wilder’dır. Tim Burton’ın elinde rengârenk bir saçmalığa dönüşen Roald Dahl klasiği Charlie ve Çikolata Fabrikası’nın esasında bir sınıf çatışması öyküsü ve Willy Wonka’nın da küçük çocuklar için erdem, iyilik ve doğruluk timsali olduğunu idrak etmek için doğru adres burası. Çevrenizde Willy Wonka & the Chocolate Factory’den habersiz ufaklıklar varsa –beyinlerindeki Tim Burton zararlarını giderdikten sonra- mutlaka bu klasik eserle tanıştırın, hem filmi hem Gene Wilder’ı çok seveceklerdir.
Everything You Always Wanted to Know About Sex * But Were Afraid to Ask (1972)
The Producers ve Blazing Saddles arasındaki 6 yılda Bud Yorkin’in yanı sıra bir başka büyük yönetmen Woody Allen ile de çalışan ve çok geniş bir kitleye adını duyuran Gene Wilder’ın en iyi performansı -kesinlikle- Everything You Always Wanted to Know About Sex’tedir. Bir önceki yargı kadar kesin olmasa Woody Allen’ın en iyi filmi olduğunu düşündüğüm bu filmin “Sodomi Nedir?” bölümünde, Ermenistan dağlarında âşık olduğu koyunu Daisy’le arasını düzeltmek için Amerika’ya kadar getiren gariban Stavros Milos’a yardım etmeye çalışan bir doktorun içine düştüğü ve Anadolu’nun kadim “Eşo Gelin” geleneğine bile rahmet okutan acıklı durumu Gene Wilder’dan başkası bu gerçekçilikte ve çarpıcılıkta aktaramazmış. Ne söylersem eksik, ne anlatırsam yetersiz, Gene Wilder’ı aşkından sokaklarda yün yağı içmek zorunda bırakanlar utansın.
Blazing Saddles (1974)
Hala müthiş bir film çekemese de Hollywood’un son önemli komedi yönetmenlerinden olan Judd Apatow, Young Frankenstein’ın en iyi Mel Brooks filmi olduğunu haykıra dursun, ben ve Mel Brooks gerçeği biliyoruz: En iyi payesini alacak bir film varsa o kesinlikle Blazing Saddles’tır. Neyse ki yalnız değilmişiz, dönemin izleyicisi o güne kadar büyük bir başarı elde edememiş Brooks’u bir anda maddi ve manevi olarak zirveye taşımış. Çevrenizde, at sırtında bir siyahînin ırkçı Amerikalılara meydan okumasını ancak Tarantino filmlerinde görebileceğine dair bir yanılgı içerisinde bulunanlar varsa kendisini bu muazzam western parodisiyle Mel Brooks’un ışıklı yoluna davet edebilirsiniz. Waco Kid’e hayat vermenin yanında setteki boş vakitlerinde, cebinde sadece 57 dolar olmasına rağmen, bir Frankenstein parodisi çekmek için senaryo kaleme alan Gene Wilder için söylenecek pek bir şey yok; her daim formda, her daim bir adım önde.
Young Frankenstein (1974)
Soyadını bir yazardan boşuna almadığını ispatlarcasına hınzır bir senaryoya imza atan ve bu güzelliği “ilk yönetmenlik denemesine kurban etmek istemeyen” Gene Wilder, acil durum butonuna basarak daha Blazing Saddles’ın setindeyken hikâyeye göz koyan Mel Brooks’u çağırır ve projeyi en güvenli ellere teslim eder; kendisinin yönettiği filmlere bakınca gayet yerinde bir karar verdiğini rahatlıkla görebiliriz zaten. Modern komedinin ve parodi türünün Young Frankenstein’a çok şey borçlu olduğunu dile getiren ve film hakkında sarf edilebilecek bütün övgüleri Young Frankestein: A Mel Brooks Book adlı eserin önsözünde art arda sıralayan Judd Apatow’a sahneyi bırakma zamanı: “Young Frankenstein komedinin Sgt. Pepper’i, The Great Gatsby’si veya 86 yılının New York Mets’idir.” Başka sözümüz yok efendim.
The Adventure of Sherlock Holmes’ Smarter Brother (1975)
Gene Wilder’ın ilk yönetmenlik denemesi olan The Adventure of Sherlock Holmes’ Smarter Brother, açıkcası hem Sherlock Holmes’e hem de Wilder’a hayran olmama rağmen pek tatmin etmedi. Wilder’ın kalemine sözüm yok, Holmes külliyatı içinde Mycroft’un doğum sürecini iyi etüt edip Sigerson gibi çılgın bir kardeş daha yaratması alkışlık lâkin The World’s Greatest Lover’da (1977) olduğu gibi Wilder’ın kamera arkasını ve önünü aynı anda idare edebildiğini dile getirmek mümkün değil. Alternatif bir Holmes hikayesi olarak izlemek, üzerine düşünmek lazım ama “Billy Wilder’ın Sherlock Holmes’u mu yoksa Gene Wilder’ınki mi” diye soran olursa düşünmeden – Gene’in Marty Feldman silahına rağmen- “tabii ki Billy Wilder” cevabını da vermek gerekir.
Silver Streak (1976)
Pryor ve Wilder ikilisinin yönetmen Arthur Hiller’la See No Evil, Hear No Evil’den önceki buluşması olan Silver Streak, birkaç bölümü haricinde tamamı trende geçen, Agatha Christievari bir olay örgüsüne sahip, güçlü oyunculuklar ve iyi yazılmış diyaloglarla bezeli tipik 70’ler aksiyon komedilerinden biri olarak izleyicinin bütün beklentilerini karşılıyor. Tobruk’tan (1967) Don Kişot müzikali Man of La Mancha’ya (1972), Al Pacino’lu Author! Author!’dan (1982) siyahî şenliği The Hospital’a (1971) kadar envai türde ve kalitede iş yapmasına rağmen tarihin tozlu sayfalarına hapsolan Arthur Hiller’ın en keyifli işlerinden biri olan ve Roger Moore’lu Bond filmlerinin en ikonik kötü adamı Richard Kiel’ın Jaws karakterinin prototipi Reace’i bünyesinde barındıran Silver Streak’a –Gene Wilder için bile olsa- bir şans tanımakta fayda var.
The Frisco Kid (1979)
Gene Wilder’ın sinema bilinci o kadar yüksek ki onca hengâmenin arasında Robert Aldrich -çok sevdiğim Sergio Leone’nin de çok sevdiği bir yönetmendir- gibi büyük bir isimle western parodisi çekme fırsatını kaçırmamıştır, üstelik Star Wars’la taze piyasaya çıkmış Harrison Ford ile birlikte! Belki Harrison Ford da, canlandırdığı her karakteri derinleştirmeyi ve önceki rollerinden farklılaştırmayı başaran Gene Wilder ile aynı sette bulunma fırsatını kaçırmak istememiştir çünkü her repliği küçümseyerek söylediği The Frisco Kid’den sonra bir daha “Star Wars’un devam filminde oynuyormuş gibi çek” moduna girmemiştir. Wilder’ın Yahudi kökenlerine de atıf kabul edilebilecek bu eğlenceli hikâye, birinci sınıf işlerin biraz altında kalsa da vazifesini eksiksiz yerine getiriyor, külliyat tamamlama noktasında bir ara mutlaka uğramak lazım.
See No Evil, Hear No Evil (1989)
Blaxploitation türüne şöyle bir uğramasına rağmen her daim merkez sinemaya iş yapan büyük komedyen Richard Pryor’la birlikte 4 film çeken Gene Wilder -listeye almadığım için buruk hissettiren hapishane komedisi Stir Crazy (1980) de oldukça iyi filmdir-, karakterine yardım için sette bulunan -sonradan eşi olacak- dilbilimci Karen Boyer ile tanışmasına da vesile olan See No Evil, Hear No Evil’de, kör olduğunu kabullenmeyen bir adamla maceraya atılmak zorunda kalan sağır olduğunu kabullenmeyen bir adamı canlandırıyor. Günlük hayatta kullandığımız tabirleri espri malzemesine dönüştüren, her türlü savunma psikolojisi üzerinden saldırıya geçen ve dur durak bilmeyen bu filmde Pryor ve Wilder ikilisi en iyi performanslarının yanına yakışır bir iş çıkartıyor. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” atasözünün karşılığına bakmak ve “her ustanın bir dönem çırak olduğu” gerçeğinin sağlamasını kariyerinin başında bir Kevin Spacey’le yapmak isteyenleri buraya alalım.
——————————————————————————————————————————————————–
Yazıyı hazırlarken faydalandığım bazı kaynaklar:
Brooks, Mel. 2016. “Young Frankenstein: A Mel Brooks Book: The Story of the Making of the Film”, Black Dog & Leventhal, Amerika Birleşik Devletleri
Crick, Robert Alan. 2009. “The Big Screen Comedies of Mel Brooks”, McFarland, Amerika Birleşik Devletleri.
Wilder, Gene. 2010. “Kiss Me Like A Stranger: My Search for Love and Art”, St. Martin’s Press, Amerika Birleşik Devletleri