Bir zamanlar Theo Angelopoulos vardı. Ne de unutulmaz bir insandı. Ve tabii “Eternity And a Day”. Arrival’ı her düşündüğümde aklıma gelir oldu bu eşsiz film. Hatırlarsınız, filmde bir şairin kısa bir öyküsüne yer verilmiş. Şiir yazmak isteyen fakat gittiği yerin dilini bilmediği için bir türlü içini dökemeyen bir şair. Sonrasında ise yöre insanlarından kelime satın almaya başlar. Kelime aldıkça edebi olarak özgürleşir ve kırar zincirlerini. Bu şiirsel film ile Arrival arasında öyle güzel bir bağ var ki aslında. Arrival’ın ulaşmak istediği yer de bu belki de: Dil ve iletişim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi, “Dil, insanlığın kendisidir ve zihin hayatımız onunla başlar.”
Denis Villeneuve ile ilk kez 2010 yapımı Incendies ile tanışmıştım. Hatta müzik anlayışımı tamamiyle değiştirecek Radiohead’i de ilk kez bu filmde dinleme fırsatı bulmuştum. Bu yüzden benim için önemi büyüktür. Peki Villeneuve bu zamana kadar neler mi yaptı dersiniz. Bana kalırsa ıskaladığı hiçbir proje yok gibi. Geçen yıl Sicario’dan sonra (hala görüntü yönetimi hafızamda) bu yıl Arrival ile tanışmış olduk. Aslında daha filmi izlemeden dahi tüm olumsuz eleştirilerimi kafamda planlanmıştım. Fakat ters köşe oldum. Her şeyi anlatacağım.
Arrival, bu yılın tartışmasız en iyi film girişini yapmış. Terrence Malick dokunuşlarını anımsatan duygu senfonisi ile daha ilk dakikalardan beni benden aldı. Fakat sonra işler pek bir olağanlaştı. Esasında Arrival olağan ilerleyen bir film. Son on dakikası dışında kalburüstü ilerleyişinin abartılacak hiçbir yanı bile yok kanımca. Hatta biraz daha abartayım, havada kalan, doldurulmamış ve uyumu sağlanmamış birçok şey var. Son on dakikası için konuşacak olursam iki ayrı film olabilecek, iki ayrı konuya sahip Villeneuve. Fakat bu iki farklı temasını bağlamında hile kullandığını söyleyebilirim. Ahengi sağlayabilmiş mi, hayır. Fakat ilk kez hiç ahenk aramadım. Hiç umurumda değil, bağlamış bağlamamış. Filmin son on dakikasında öyle büyüleyici bir yolculuğa çıkıyor ki insan, mest olmamak elde değil. Film bittikten sonra tüm bu olumsuzlukları unuttum gitti. Uzaylılar neden gelmiş, ne istemiş, ne yapmış umursamaz oldum. Öyle büyülendim ki yönetmen hilesi tuttu diyebilirim. Kısacası Hollywoodvari olağan ilerleyen film, bir anda mükemmele dönüştü.
Esasında Arrival, teknik üstünlüğünden oyuncularına kadar (aslında burada Amy Adams ve Jeremy Renner’a özel paragraf açmam gerekirdi) iyi kotarılmış bir film. Fakat tüm bunlardan ziyade insanın kendisiyle ve evrenle olan eşsiz uyumunu ve var olmanın içinde saklı olan gizemi bize tattırdığı için iyiden çok, büyük bir film. Arrival’daki son on dakikayı tadabilmek için yılda yüzlerce film izliyorum. Diyeceğim o ki ne yapın edin hazır vizyondayken Arrival’a sinemada şahitlik edin.
Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Metin Kaçar tarafından kaleme alınmıştır.