Modernistlere göre 20. yüzyıl insanının kaderi bu aslında, güvensizlik ve izole bir yaşam. Daha önce karşılaşmadıkları birçok araç gereçle tanıştılar, teknolojiyle. Fakat teknoloji, savaşları getirdi. 1. Dünya Savaşı, dünya tarihindeki hiçbir savaşa benzemiyordu çünkü teknolojiyle beraber ölüm ilk kez gökyüzünden gelir olmuştu. Ölümün nereden geleceği bilinmezken insanların birbirlerine güvenmesi imkansız hale gelmişti. En yakınlarını kaybettiler ve birbirleriyle düşman haline geldiler. Yüzyılın özeti bu.
Filmekimi16’da izlediğim Frantz, 1. Dünya Savaşı’nı deneyimlemiş ve yüzyılın hastalığı olan karamsarlık ve şüpheye esir olmuş insanların hayatını anlatıyor. Birbirleri ile düşman olan fakat savaş sonrası aynı acı ve kayıpları eş zamanlı yaşayan Fransız ve Alman milletlerini tarafsız bir şekilde ele alan muhteşem bir film olmuş. Kısaca özetlemek gerekirse, 1. Dünya Savaşı’nda oğullarını kaybetmiş yaşlı bir Alman çiftinin karamsar dünyalarını anlatıyor film. Geride gözü yaşlı kalmış anne-baba ve sevgilinin bu siyah-beyaz hayatları, oğullarını tanıyan bir yabancıyla yeniden umut ile doluyor. Aslında sıradan bir hikayeymiş gibi gözükse de, izleyene birçok duyguyu yaşatabiliyor. Ve hatta duygulara göre renklerin değişmesi oldukça yaratıcı olmuş diyebilirim. Her kare öyle titizlikle işlenmiş ki izlerken bazen gri bazen ise renkli duygular hissedebiliyorsunuz. Önyargıların empati kapısını aralaması ve ümitsizliğin yerini umudun almasıyla muzzam bir deneyim yaşatıyor. Usta yönetmen Ingmar Bergman boşuna söylememiş: “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.”
François Ozon’un üstün işçiliğini her karede hissedebileceğiniz Frantz, savaş sonrası geride kalan yıkık hayatların yaşam mücadelesini tertemiz anlatan hoş bir film. Hafta vizyonunda en görülesi filmlerden.