Emin Alper, benim için esansiyel bir yönetmen. Kulağa havalı gelen bir niteleme ama esansiyel, “sebebi bilinmeyen” hastalıklar için kullanılan bir tıp terimi: Ortada bir hastalık olduğu aşikar, semptomlar var, belli tedavi yöntemleri de mevcut ama hastalığın kendisi ve kaynağı meçhul. Emin Alper sineması biraz böyle, kendisini neden sevdiğimi biliyorum, neleri iyi/kötü yaptığına dair fikirlere sahibim ama her filminde kafamı kurcalayan ve rahatsız eden birçok şey var. Gözümün önündeler ama kaynağını, sebebini bulamıyorum. Bir türlü teşhis koyamasam da nelerden rahatsız olduğumu ve ilk iki filmiyle aram limoni olmasına rağmen Kız Kardeşler’i (2019) neden çok sevdiğimi “sesli düşünerek” anlatmaya çalışacağım.
*
Emin Alper, imajlarla hareket eden bir yönetmen, kafasında belli görüntüler, anlar var. Filmlerini de zihnindeki imajlar üzerine inşa ediyor. En basitinden taşra, hem Tepenin Ardı’nda (2012) hem Kız Kardeşler’de uzun uzadıya gösterdiği gibi, ateş başında kurulan rakı sofrası demek. Karakterler arasındaki çatışmaların gün yüzüne çıktığı sofralar… Şehrin varoşları ise tekel bayilerinin arkasına kurulan gizli meyhaneler, akşam karanlığı çökünce keşmekeşin hâkim olduğu sokaklar, gökdelenlerden göğü göremeyen evler demek. Kadın, erkek için cinsel objeden ibaret bir “görüntü”: İlk iki filminde sadece birer kadın karakter var ve ikisi de, diğer karakterlerle sadece cinsellik üzerinden ilişkilendiriliyor. Kız Kardeşler’in ana temalarından biri de kadın cinselliği. Sanki Emin Alper, uzaktan izlediği ateş başı sofraları, bir bayram günü ziyaret ettiği şehrin varoşlarını, gizli gizli şahit olduğu yasak aşkları, yani çocukluğundan kopup gelen bölük pörçük anıları ölçüt alarak yola koyuluyor. Zaten bugünkü Türkiye’yi anlatmasına rağmen resmettiği dünyalar olabildiğince eski ve zamansız: Taşra da şehir de günümüze ait değil fakat Türkiye tarihindeki spesifik bir zaman dilimine de denk düşmüyorlar. Sadece eskiler. Belki de bu yüzden, Abluka’daki (2015) mahalle, filmin kendisi AKP Türkiye’sinin politik alegorisi olmasına rağmen 12 Eylül döneminden günümüze ışınlanmışa benziyor. Tepenin Ardı ve Kız Kardeşler’deki küçük topluluklar, dini söylemleri ön plana çıkartan ve en ücra kasabaya bile nüfuz eden bir iktidarın gölgesinde yaşamalarına rağmen, günlük yaşamlarında dine en ufak bir yer açmamışlar. İslamcı iktidar, o evlerin yakınına dâhi uğramamış, sanki hâlâ “laik Türkiye’de” yaşıyorlar. İçinde yaşadığı çağı resmetme iddiasına rağmen Emin Alper, sürekli çağının dışında bir yere konumlanıyor, bu durum, amacına ulaşmasını engelleyen ana unsurlardan.
**
Biraz iddialı olacak ama Emin Alper sinemasında, Kız Kardeşler’i bir kenara bırakırsak, gerçek anlamda bir karakter yok. Kesinlikle “tipleme” değiller ama doğal ortamda, kendiliğinden yetişmiş karakterler de değiller. Her biri, laboratuvarda ve “film için” üretilmiş, sonra da filmsel mekana yerleştirilmiş gibi duruyor. Görüntülerinde, konuşmalarında, düşüncelerinde sorun yok, bizden biri gibi görünen kusursuz imitasyonlar ama onları her gördüğümde, dinlediğimde derilerinin altında et ve kemik yerine metalden kablolar taşıdıkları hissine kapılıyorum. Haneke karakterlerindeki duygusal buzlaşma tarzı bir durum da değil, insansı olmayan bir soğukluğa sahipler. Tepenin Ardı’ndaki askerden dönen Zafer, hayali düşmanlarla boğuşan Faik Bey, dağlarda yatan Çoban Sülü, Abluka’daki ailesi parçalanan Ahmet, 20 yıldır hapiste olan Kadir, arzu nesnesi Meral ve diğerleri, sadece ve sadece o film için yaratılan, gösteri bitince sandığa kaldırılacak birer kukladan ibaretler. Kız Kardeşler’e kadar Emin Alper karakterlerine karşı hissiyatım hep bu yöndeydi. Kız Kardeşler’de ise karakterler, delisinden akıllısına, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine yaşadıkları köye aitler. O köyde doğmuşlar, orada yaşıyorlar ve orada ölecekler, perde indiğinde rafa kaldırılmayacak ve filmden bağımsız olarak da hayatlarına devam edecekler. Emin Alper’in ilk iki filminde, iki saatlik bir film için yaratılan insanları izlemiştik, bu defa, gerçekten var olan insanların hayatına iki saatliğine konuk oluyoruz. Kız Kardeşler’i diğerlerinden ayıran temel fark bu; peki bu fark neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? Bunun yönetmenin yaklaşımındaki radikal bir değişiklikten kaynaklandığını düşünüyorum. İlk iki filmindeki karakterler, sadece araçtı; Emin Alper’in -zihnindeki imajlardan yola çıkarak- kurması gereken bir dünya vardı ve her biri, o dünyaya hizmet ediyordu. Başlarına gelen olayları, yaşadıkları karşısında ne hissettiklerini görebiliyorduk ama yönetmen, muhtemelen gerçek olmadıkları için, karakterlerine karşı bir duygu beslemiyordu: Ne sempati ne acıma, ne kırgınlık ne öfke… Kız Kardeşler’de ise karakterler değil, filmin bizzat kendisi bir araca dönüşmüş, kanlı canlı insanların hayatını aktaran, onların sesi, kulağı, gözü olmayı amaçlayan bir araç. Emin Alper ilk iki filmindeki yaklaşımının aksine üstenci bir tavır sergilemeyi de bırakmış ve taşraya gerçekten kulak vererek o insanların sofrasına oturmuş, onlarla beraber üzülmüş, ağlamış, gülmüş… Bir türlü günümüz Türkiye’sini ete kemiğe bürüyemeyen yönetmen, bu vesileyle, güncel siyaseti ve mevcut kamplaşmayı bir kenara atma şansına erişerek en temele, kadın ile erkek, güçlü ile güçsüz arasındaki sonsuz kavgaya eğilmiş.
***
Emin Alper’in üç filminin de belli bir final karesi var. İmajlarla hareket ettiğinden mütevellit, hikâyesini ne olursa olsun o final karesine götürmeye çalışıyor: Tepenin Ardı’nda topluca tepeye tırmanış, Abluka’daki infaz, Kız Kardeşler’de babanın çocukları etrafına toplayıp masal anlatması… Hikâyeleri, daha en başından belli son kareler yüzünden özgür değil, başka bir yere evrilme potansiyellerine rağmen işaretlenmiş varış noktasına gidiyorlar. Tepenin Ardı’nda final karesi anlatıyı kusursuzca tamamlıyor fakat Abluka’nın son on dakikasında bile üç kritik olay yaşanıyor, Kız Kardeşler’in son 20-25 dakikasında o son kare, konumlanacak uygun yeri bulmak için kararsız ve telaşlı bir şekilde dolanıyor. Güçlü sonlar oldukları ve seyirciyi ele geçirdikleri aşikâr ama final görüntüsü, filmlerin potansiyeline ulaşmasını, kendi kaderini tayin etmesini engelleyen birer ket. Tayin edilmiş oldukları için de karakterlerdeki yapaylığın bir benzerini taşıyorlar.
****
Emin Alper, elindeki malzemeye sinemacı gözüyle değil, hikâyeci olarak bakan birisi ve bu nedenle belirgin bir sinema dili yok. Kendisini hiç tanımayan birine -sesi kısarak- üç filmini de izletirsek, izleyici filmlerin üç farklı yönetmenin elinden çıktığını düşünebilir. Elbette tematik benzerlik taşıyorlar fakat ilk filmi western, ikincisi korku, üçüncüsü masal formunda ve her birinde biçim çok farklı. Bunun iyi veya kötü bir şey olduğunu iddia etmiyorum ama aynı temaları işleyen, benzer sularda gezinen birinin, ilk filmini çeken yönetmen edasıyla hep en başa dönerek yola koyulmasını anlamlandırmak kolay değil. Ayrıca, Emin Alper filmlerinde kurgu, hikaye ve olay örgüsü konusunda büyük sıkıntılar mevcut. Abluka’da son anda çıkartılmış izlenimi uyandıran üçüncü kardeşin öyküsü gibi ana sorunların yanında, bazen sahnelerin, bazen sahnelerdeki karelerin sıralamasının birbirine karıştığını düşündürten irili ufaklı kurgu sorunlarına bütün filmlerinde rastlamak mümkün. Filmleri arasında yeterli ara bırakan bir yönetmenin seyirciye yansıyacak kadar kurgu sorunu yaşıyor olması, birtakım temel yönetmenlik becerilerinin eksik olduğunu düşündürtüyor; zaten kendisi de bunun farkına varmış ve Kız Kardeşler’de iç hesaplaşmaya girişmiş gibi duruyor: İlk iki filminde eserle sürekli savaşan, dizginleri bırakmayan ve sınırların dışına çıkmasına izin vermeyen Emin Alper, kurgu açısından en sorunlu işi Kız Kardeşler’de dizginleri salmış, bir türlü bitmeyen filmini bütün eksiklikleriyle, kusurlarıyla bağrına basmış ve hikayesine özgürlüğünü bahşetmiş. Sanatçı olmak biraz da eserle bitmeyen bir kavgaya tutuşmak değil midir zaten? Emin Alper de nihayet bu gerçeği kabullenmişe benziyor.
*****
Tepenin Ardı’nı ilk çıktığı zaman izleyip o günün Türkiye’si için “fazla alegorik” bulmuş ve “ima, güçsüzün dilidir” şiarıyla hareket ederek filme biraz burun kıvırmıştım. 2012 Türkiye’si için -hâlâ- haklı gerekçe olabilir ama Kız Kardeşler vesilesiyle filmi yeniden izlediğimde, Emin Alper’in son yıllarda yaşadıklarımızı kusursuzca özetleyen ve her olayda tıkır tıkır işletilebilecek bir yapı oluşturduğunu fark ettim: Bir tarafta dış güçler, faiz lobisi gibi “tepenin ardındaki hayali düşmanlar”, diğer tarafta kavakları kırarak suçu dışarıya atan -Cemaat ve Pelikan gibi- içteki düşmanlar… Tepenin Ardı o gün neyse bugün de aynı film ama son yıllarda öyle şeyler yaşadık ki değişmek, dönüşmek zorunda kaldık. Belli ki Emin Alper de değişmiş. Bugünü anlamanın yolunun, bugünü anlatmaktan geçmediğini, politik bir film çekmek için politik veya alegorik bir film yapmak gerekmediğini idrak ederek en politik eserine imza atmış. İçinden geçtiği döneme kör, elini taşın altına koymaktan çekinen sinemacıların olduğu bir ülkede Emin Alper’in ilk iki filminde yaptığı şeyi takdir ediyorum ama kalbimin ait olduğu film Kız Kardeşler.