EDEBİYAT ESERLERİNİN SİNEMAYA UYARLANMASI: “DUNE” ÖRNEĞİ

Dune adıyla bilinen Arrakis gezegeni, sonsuza dek onun vatanıdır.

– PRENSEN IRULAN

“Muad’Dib’i Anlama Kılavuzu”

Frank Herbert’ın yazdığı ve ilk kitabı 1965 yılında yayımlanan Dune serisi, bilim kurgu edebiyatında adını çokça duyurmuş bir eserdir. Öyle ki kitap, bilim kurgu alanındaki en önemli ödüllerden olan Hugo ve Nebula ödüllerine layık görülmüştür. Kitabın böylesine büyük ilgi görmesinin en büyük nedeni, hem bilim kurgu edebiyatının heyecan verici ögelerini hem de gerçek dünyanın toplumsal, politik ve dini ögelerini güzel harmanlayabilmiş olmasıdır. Dünyamızdaki birtakım politik ve dini olgular, liderlerin yükselişleri, toplum mühendisliği, ideolojiler vs. Dune’un alt metninde yer alan konulardır. Bunun yanında Herbert, kurduğu evrendeki Arrakis gezegeninin ekolojik özelliklerini anlatımına bir araç olarak katar. Frank Herbert bir röportajında “ben bilim kurguyu bilim kurgu okumayan insanlar için yazıyorum” der ve asıl amacının öncelikle eğlendiren, zevk veren bir eser ortaya çıkartmak olduğunu “Bence önce eğlenceli olmalı. Çünkü eğlenceli değilse kimse o kitabı okumayacaktır. O karmaşa içine bir parça mesaj bıraktım.” şeklinde ifade eder. Birçok eserde olduğu gibi Dune kitabındaki ögeler de alegorik olarak kullanılmıştır. Örneğin kitapta çok önemli bir yerde duran “baharat” malzemesi yazıldığı günden bu yana sık sık petrolle ilişkilendirilmiştir. Dune serisini değerli kılan bir diğer neden de sadece yazıldığı dönemin alegorisi olmamasıdır. Kitap günümüzde okunduğunda da güncel olaylarla ilişkilendirilebilir ve bu yönden zengin yorumlara açıktır.

Hem içerik bakımından çok zengin olan hem de görsel açıdan büyük bir potansiyel barındıran bu eser elbette sinemanın ilgisini çekmiştir. Son zamanlarda Dune ismini 2020 yılı sonunda vizyona çıkması planlanan ve Enemy, Arrival, Blade Runner 2049 gibi filmlerden tanıdığımız yönetmen Denis Villeneuve’ün çektiği aynı isimdeki filmden duyuyorsunuzdur. Filmin Timothée Chalamet, Zendaya, Josh Brolin, Oscar Isaac, Stellan Skarsgård, Javier Bardem ve Rebecca Ferguson gibi bir nefeste isimleri sayılınca heyecan uyandıran bir kadrosu var. Filmden son zamanlarda tadımlık görseller paylaşılıyor, ilk fragman da yakın bir zamanda bizlerle buluşacaktır.

      Timothée Chalamet, Paul Atreides rolüyle Caladan gezegeninde.

Tüm dünyada 15 milyondan fazla kopya satmış olan Dune’un ilk sinema uyarlaması Villeneuve’ün filmi olmayacak. 1984 yılında ilk kitabın uyarlaması olan David Lynch’in yönetmenliğini yaptığı bir film çekilmiştir. Aslında yönetmen olarak David Lynch dedik ancak bu ifadeyi kullandığımızı kendisi görse bize büyük ihtimalle itiraz edecektir. Dune filmini kariyerinin tek başarısızlığı olarak ifade eden Lynch bununla yetinmeyip filmin özel edisyonunun (veya genişletilmiş versiyonunun) çalışmalarında yer almayı reddetmiş, filme yeniden bakmanın acı verici bir deneyim olacağını söyleyip bu versiyondan kendi adını kaldırtmıştır. Aslında DGA (Directors Guild of America) kurallarına göre yönetmen isimleri filmlerden tamamen silinemiyor. Çünkü yönetmen, filmin asıl sahibi olarak kabul ediliyor ve başarı da başarısızlık da yönetmene yükleniyor. Ancak yönetmenlerin istediklerini gerçekleştirmesine müsaade edilmediği bazı durumlarda yönetmenler, Amerikan Yönetmenler Birliği’ne başvurup filmin kendilerine ait olmadığını belirterek isimlerini filmden kaldırabiliyorlar. Bu tür durumlarda da başka birisinin isminin yönetmen olarak yazılması yerine takma bir isim olan Alan Smithee ismi kullanılıyor. Dune’un genişletilmiş versiyonunda da “Bir Alan Smithee filmi” yazısını filmin açılışında görebilirsiniz.

David Lynch ile yapımcılar veya stüdyo nasıl bir anlaşmazlık yaşamıştır, bu denli bir nefret nasıl oluşmuştur tam olarak bilemeyiz ancak filmi izlediğimizde neden böyle olumsuz durumların oluştuğunu anlayabiliyoruz. Özellikle de kitabı okuyan izleyiciler bu filmi izledikten sonra epey üzülmüşlerdir. Öncelikle şunu söylememiz gerekir: Sinema ile edebiyat arasında güçlü bir ilişki vardır elbette ve sinema ilk yıllarından beri edebiyattan beslenmiştir. Bu sıkı ilişkinin yanında sinema ve edebiyatın iki farklı sanat olduğunu kesin bir şekilde söyleyebiliriz. Bu ayrım, biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Aslında iki sanat türü de temelde hikâye anlatıcılığı olarak ifade edilebilir ama bunu yapış biçimleri farklıdır. Bir edebiyat eserini beyaz perdeye aktarırken elbette kaynak materyale göre birtakım değişiklikler olacaktır. Bu kaçınılmazdır zira birisi okuma üzerinden bir biçim geliştirirken diğeri görme/bakma üzerine bir biçim geliştirmiştir. Örneğin Dune kitabında tam da bu ayrımı anlatmak için kullanabileceğimiz bir örnek vardır. Frank Herbert, karakterlerin olaylar içerisindeki hissettiklerini çoğu zaman içsel konuşmalarla aktarmıştır. Karakter kendi içinde kendi kendine konuşur. Siz bunu bir romanda okurken gayet normal bulursunuz. Hatta belki de hisleri aktarmak için çok uygun bir yoldur bu fakat bunu alıp sinemaya uygularsanız ve karakterler her durumda içsel konuşmalarla hislerini aktarmaya başlarsa izleyicinin filmde bakacağı/göreceği alan daralır. Romanda karakterlerin çatışmalarını uzun uzun diyaloglarla, mekanları uzun uzun betimlemelerle anlayabiliriz. İş sinemaya geldiğinde ise bazen sayfalar dolusu anlatıyı bir kamera hareketiyle vermeniz gerekebilir ve bu bazı eserleri uyarlamayı imkansızlaştırabilir. Alfred Hitchcock ve François Truffaut’nun diyalog şeklinde kitaplaştırılmış bir röportajı vardır(1). Burada Truffaut, Hitchcock’a Suç ve Ceza’yı sinemaya uyarlaması konusunda bir soru sorunca aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Hitchcock: Yapmış olsam bile iyi bir şey olmayacaktı.

Truffaut: Niçin?

H: Dostoyevski’nin romanında, her birinin bir işlevi olan çok, çok fazla sözcük var.

T: Evet doğru. Teorik olarak bir başyapıt biçimde mükemmelliğe erişmiş, nihai biçimini elde etmiş bir yapıttır.

H: Kesinlikle öyle. Bunları sinema yöntemleriyle gerçekten ifade edebilmek ve yazılı sözcüklerin yerine kamera dilini koyabilmek için 6 ya da 10 saatlik bir film yapmak gerekir. Yoksa, iyi bir şey olmaz. (Truffaut, 2018, s. 59)

1984 tarihli filmde Hitchcock’un eleştirdiği işe girilmiş. 700 küsur sayfalık bir eserin tamamını 137 dakikaya sığdırmaya çalışmak son derece yanlış bir karar. Oyuncu kadrosuna baktığınızda da Francesca Annis, Brad Dourif, Virginia Madsen, Patrick Stewart, Sean Young, Sting ve Max von Sydow gibi ilgi çekici isimler var. Ancak film, sadece olaylar silsilesine odaklandığı için yetenekleri kuvvetli bu isimlere performans sergileyebilmeleri için yeterli alan açmamış. Filmin sanat yönetimi konusunda bir çaba harcanıldığı aşikâr ancak uyarlamaya çalıştığınız kaynak materyalin sadece yüzeyindeki olaylara odaklandığınızda ortaya sanki kitabı okumuş birisinin kitabın özetini aklına geldiğince, rastgele ve kısaca anlatıyormuş gibi göründüğü bir film çıkıyor.

               Kyle MacLachlan, Paul Atreides rolünde.

Yukarıda örnek olarak içsel konuşmalardan bahsetmiştik. Filmde bu içsel konuşmaları direkt olarak kullanma yoluna gitmişler. Bu yüzden, sahnelerde oyuncu performansı ve mizansen izlemek yerine filmin çok tatsız ve çok yavan olmasına sebep olan sonradan montajlanmış içsel konuşmaları dinliyoruz. Böylece sahnelerde ne belirli bir ritim oluşmuş ne de film boyunca bir süreklilik sağlanabilmiş. Oysa kitabın alt metninde işlenen politik konular, dini ve kültürel motifler de hikâyenin, karakterlerin çatışmalarının, olayların sebep ve sonuçlarının açıklanmasında kullanılsaydı bir nebze daha tatmin edici bir anlatı ortaya çıkmış olurdu. Bahsettiğimiz gibi filmin sanat yönetimi, en masum yönü olabilir ancak senaryo o kadar kötü ve yüzeysel ki filmin diğer unsurlarına eleştirel bir gözle bakmaya sıra gelmiyor. Müzik kullanımı, kurgu, oyunculuklar… Filmin maliyeti o dönemin piyasa değerinde yaklaşık 40 milyon dolar iken gişeden elde ettiği gelir 31 milyon dolar civarında kalmış. Maalesef böyle kötü bir sonuca mahkûm, büyük eksikleri olan bir uyarlama olmuş. Bu başarısızlıkların ardından, öncesinde planlanan, ikinci kitap Dune Mesihi’nin uyarlanması fikri de iptal edilmiş ve proje tamamen kapatılmış.

Dune serisinin sinemada yolculuğu kötü başlamış ancak şu anda, geçmişteki hatalardan ders çıkaracağını umduğumuz bir yönetmen var projenin başında. 1984 yılında düşülen tek film hatasına bu kez düşülmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz çünkü yönetmen, en az iki film olması koşuluyla bu projeye gelmeyi kabul etmiş. Denis Villeneuve’ün bundan önceki filmi olan Blade Runner 2049, 1982 yılında çekilen Blade Runner’ın devamıydı. Güzel bir devam filmi ile ilk filmin mirasını layıkıyla taşıyan Villeneuve, umarız bu kez de Dune’da işin göze hoş gelen tarafının yanında Herbert’ın aralara serpiştirdiği mesajlara da odaklanır ve Arthur C. Clarke’ın “Yüzüklerin Efendisi dışında bu kitapla kıyaslanacak başka bir kitap yok” diyerek övdüğü Dune serisi beyaz perdede de kendisine yakışır bir eserle izleyiciyle buluşur.

(1)Truffaut, F. (2018). Hitchcock & Truffaut. Çevirmen: İlyas Hılzı. İstanbul, Hayek Kitap.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir