Shakespeare’vari Bir Tragedya: Black Panther
Marvel Sinematik Evreni’nin, en büyük rakibi olan DC evrenini darmadağın ederek her yeni filmiyle sinemaseverlerin sempatisini bir şekilde kazandığı gerçek. Black Panther’ın da vasatın üzerine çıkmayı başardığını düşünecek olursak, Marvel cephesinde her şey yolunda gibi. Filmleri çıkmadan önce büyük reklamlar ve pazarlama stratejileriyle sadece çizgi roman tutkunlarının değil aynı zamanda birçok sinemaseverin dikkatini çekmekte zorlanmadıklarını söyleyebiliriz. Fakat tüm bu pozitif durumlar filmin defolarını görünmez kılmıyor maalesef. Yazının devamında spoiler (süprizbozan) olabileceğini şimdiden söyleyelim.
Yeni Marvel filmiyle Afrika’daki kurgusal bir ülke olan Wakanda’ya misafir oluyoruz. Film, ilk kez Captain America: Civil War’da gördüğümüz Black Panther’ın babasının ölümünden sonra bir liderlik sembolü olan siyah panter olma çabasına odaklanıyor. Fakat film, ana hikayesini bu hikayeyle oluştursa da alt metninin zengin olduğunu söylemek gerek. Bir süper kahramanın kötüleri durdurma çabasından çok bir tragedya havası yaratılmış ki bu durum filmin en büyük artısı. Bu tragedya iskeletinin oluşturulmasında da Shakespeare’in Hamlet oyunundan çokça yararlanılmış. Black Panther’ın Hamlet ile olan paralelliği, babaları ölmüş karakterlerin trajediye evrilen hayatlarına odaklanıyor olması. Spesifik bir okuma yapmamız gerekirse Hamlet’te baba olan karakterlerin çocuklarına bıraktığı en büyük mirasın intikam alma hırsı olduğunu söylemek gerek. İki eli kanda olan bu ihtiyarların, öldükten sonra bile çocuklarının özgür iradelerini engelleyip, onları savaşa, yıkıma ve karanlığa sürüklüyor olması oyunun en önemli alt metinlerinden biriydi. Aynı durum Black Panther’da ana karakter T’Challa ve -sözde- kötü karakter Erik Killmonger için de geçerli. Karakterlerin, babalarının intikamını almak uğruna kendi yaşamlarından vazgeçmeleri, filmi hemen hemen bir tragedya haline dönüştürüyor. Bu tragedya havasının zenginleşmesinde ise müzikler büyük bir önem taşıyor. Kuşkusuz müzik kullanımı, Black Panther’ın bir Marvel filmi olduğunu unutturup, daha karanlık bir atmosfere sokuyor.
Beyaz Adamın Kaleminden Siyah Diyarların Hikayesi
Black Panther’ın meziyetlerini bir kenara bırakırsak, filmde, izleyeni rahatsız edebilecek pek çok detay var. Kendi içinde oldukça zengin ve üstün bir teknolojiye sahip olan, fakat acı ve kaosun hakim olduğu dünyaya yabancı olan bir Wakanda tasviriyle karşılaşıyoruz. Geçmişten günümüze varlığını sürdüren ve siyah toprakları sömüren ‘güçlü ve beyaz emperyalist devletlerin’ aksine Wakanda tüm dünyevi acılara sırtını dönüp, etliye sütlüye karışmayan bir profil çiziyor. “Evet biz sizi sömürdük ama siz güçlü olsanız bile böyle bir şey aklınızdan geçmesin, ne gerek var” gibi bir düşüncenin filmin alt metnine sızması oldukça rahatsız edici bir durum yaratıyor. Üstelik filmdeki beyaz-colonizer (sömürgeci) karakterin kendi canını riske atıp Wakanda toprakları adına yaptığı fedakarlıklar göz yaşartıyor doğrusu! Wakanda’nın çizdiği siyasi profil ve siyah karakterlerin davranışları, filmin beyaz bir kalemden çıktığını açıkça belli ediyor maalesef.
Beyaz kalemleri hissettiğimiz rahatsız edici diğer nokta ise kuşkusuz kötü karakter olarak geçen Erik’in hikayesi. Erik’in babasının, acı çeken, sömürülen halkına hizmet etmek uğruna kendi kabilesine ihanet emesiyle cezalandırılması, ve oğlu Erik’in de onun izinden gitme isteği, filmde yanlış bir tutummuş gibi resmedilmiş. Kötü karakter aslında hakkaniyetli bir karakter olmasına rağmen, canavarlaştırılması mide bulandırıcı. Sanki Wakanda ve T’Challa beyaz sömürüyü temsil ederken Erik ve babası Malcolm X ve yandaşlarını temsil ediyor gibi. Erik’in canavarlaştığı bir diğer durum ise dünyayı kaosa sürükleme isteği. Tüm bunlar filmi çirkin bir beyazlığa sürüklemiş.
Black Panther mı Pink Panther mı?
Bu noktada Marvel Sinematik Evreni’nin üzerinden atamadığı mizah devreye giriyor. Tragedyaya evrilmiş bir hikayeye serpiştirilen mizah unsurları filmin karanlık havasını olumsuz yönde etkilemiş. Evet Shakespeare tragedyalarında da ara sahnelerde mizah vardır fakat oradaki mizah oyundaki dengeleri oluşturan bilgin soytarılardan gelir. Marvel dışında bir hava yakalamışken Shuri gibi bir karakterle mizah sularına girmek ne denli mantıklı emin değilim. Marvel her kahramanının Spider-Man ya da Thor gibi mizaha uygun olmadığını artık kabul etmeli.
Film için temel izlenimim şu oldu: Elinde güzel bir hikaye ve potansiyel varken, keşke Marvel’dan daha büyük bir iş ortaya koymaktan kaçınmasalarmış. Demek istediğim şey Nolan’ın Batman serisinin tüm DC’den daha büyük olması. Umarım Marvel de bir gün bunu başarır.