2017’nin Kıyıda Köşede Kalanları

Birçok yönetmeni ağırlayan 2017 sinema yılının da sonuna geldik. Her geçen yılın daha kısır geçtiğini düşünecek olursak benim naçizane fikrim 2017’nin oldukça zayıf bir sinema yılı olduğuydu. Bunun üzerine hatrı olan bazı yönetmenlerin de beklentileri karşılayamadığını düşünürsek 2017 çoğu sinemaseveri pek memnun etmedi. Bu yazımızda ise 2017’de ön planda olan, ismi her yerde geçen filmlerden ziyade, kıyıda-köşede kalmış, underrated sayılabilecek birbirinden farklı türdeki iyi filmleri derlemeye çalıştık. Derlemede yer alan filmler için, beklentiyi yükseltmeden izlendiğinde keyif alınabilecek filmler olduğunu söylemek mümkün. Aynı zamanda her filmin kendine has bir özelliği olması filmlerde farklı tatlar seven birçok sinemaseveri buluşturacak gibi. Lafı fazla uzatmadan belli bir puan ile sıraladığımız filmlere geçelim.

15- Happy Death Day

Happy Death Day derlemenin en zayıf halkası olsa da komedi-gerilim türüne karşı olan önyargılarınızı kırdığınızda oldukça keyif alabileceğiniz bir film olduğunu başta belirtmek gerek. Konu bazında Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü) filminin komedi-gerilim türüne uyarlanmış hali diyebileceğimiz film, orijinal filmi izlemiş olanların bileceği üzere bir günü defalarca kez yaşayan bir üniversite öğrencisinin, onu öldürmeye çalışan birinden kurtulma çabasına odaklanıyor. Fikir, başka bir filmden alınmış olmasa belki de şu an kültleşmiş bir tür filmini konuşuyor olacaktık. Fakat gene de özellikle türü sevenler için keyifli zaman geçirteceği kesin.

14- Ingrid Goes West

İkinci filmimiz Ingrid Goes West’i büyük önyargılarla izlememe rağmen sempatik bulduğumu itiraf etmeliyim. Dışarıdan bakıldığında yavan görünen film, toplumdan izole olmuş bir kadının mutluluk arayışına odaklanıyor. Fakat bu mutluluk çağımızın hastalığı olan sosyal medya ile içselleştirilmiş. Sosyal medyanın yarattığı sahte yaşamlara tutunan ve kendi özbenliklerinden oldukça uzakta olan birçok karakteri gördüğümüz film güzel bir sosyal medya eleştirisi de (Instagram) yapmıyor değil. Sanallığın sahteliği ve işgüzarlığını kareye yansıtmanın yanında absürd karakterler ve yaşanan komik anlarla sıkılmak pek mümkün olmuyor.

13- Wonder

Wonder ilk bakışta tipik bir Hollywood ajitasyonu gibi görünse de  aslında bunu söylemek mümkün değil. Yüzünde yaraları olan bir çocuğun yaşıtlarıyla beraber ilk kez okula gideceği zamanı anlatan film, hiçbir anında arkasını hikayesine yaslamıyor. Ajitasyona sığınmaktan çok çeşitli karakter gelişimleri oldukça zengin bir film. Birçok karakterin bakış açısına objektif bir temasta bulunan incelikli bir senaryosu var. Ajitasyondan çok “Pollyanna”cılığa yakın olması belki de filmi güçlü kılan en büyük kalesi.

2012 yapımı The Perks of Being a Wallflower ile oldukça iyi bir çıkış yapan Stephen Chbosky’nin yeni filmi Wonder, yönetmenin her filminde kendine birçok şey katacağının habercisi niteliğinde. Ve evet tam bir aile filmi. Afişinde ‘lütfen ailenizle kenetlenmiş bir şekilde izleyin’ diye bir açıklama bile yapılabilirmiş. 

12- Bad Genius

Şimdi Uzak Doğu’dan Tayland’a gidiyoruz. Liseli gençlik filmi olarak da değerlendirebileceğimiz Bad Genius’ı türevlerinden ayıran en büyük fark kuşkusuz konusu.  Kısaca özetlemek gerekirse Bad Genius, özel bir lisede kopya suçuna karışan bir grup öğrencinin başından geçenleri anlatıyor. Bu kopya şebekesinin oluşumu mizahi bir yolla anlatılsa da film ciddi konulara da temas etmiyor değil. Özel okul-zengin öğrenci arasındaki yozlaşmış uyumu göstermesi belki de en büyük meziyeti.

Özellikle Uzak Doğu filmi sevenler için oldukça iyi bir tercih olacak film, kopya süreçlerini anlatırken gerçekten heyecan verici bir pozisyona geliyor.

11- The Nile Hilton Incident

Mısır’ın, Arap Baharı’ndan etkilendiği döneme bizi götüren The Nile Hilton Incident gerçekten sürükleyici bir polisiye film. Bir dizi cinayeti çözmeye çalışan bir polisin başından geçenleri izlerken aynı zamanda da ülkenin sosyo-politik durumuna da şahit olmak filmi daha da derinleştiriyor.

Polisiye filmlerin uzun süreli olmaları belki de dezavantajdır. Çünkü film bazen farklı noktalara ilerlediği için izleyicinin motivasyonu ister istemez bozulabilir. Fakat bu durumları The Nile Hilton Incident için söylemek pek mümkün değil. Hiçbir şekilde sıkmayan bir polisiye filmin, gizemine ek olarak kendi ülkesindeki Arap Bahar’ını tetikleyen dinamiklere de ışık tutması filmi zenginleştirmiş. Ülkenin birçok kurumundaki yozlaşmaları göstermek ise oldukça cesur bir iş.

10- The Other Side of Hope

Şimdi deneyimli yönetmen Aki Kaurismäki ile Finlandiya sinemasına uzanıyoruz. The Other Side of Hope, Helsinki’de geçen iki farklı hayata odaklanan gerçekten başarılı bir kara-mizah örneği. Bir tarafta Suriye’deki savaştan kaçan ve kız kardeşini bulmaya çalışan bir mülteci, diğer tarafta ise kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan soğuk yüzlü bir adam. Bu iki karakter tek payda da birleştiği zaman ise ortaya tadına doyulmaz bir kara-mizah örneği çıkıyor. Özellikle, sinemada absürdlük sevenlerin kaçırmamasında yarar var.

9- Lady Macbeth

Aslında Lady Macbeth, yıl içinde adını pek çok kez duyduğum ama hep izlemeyi ertelediğim bir filmdi. Fakat bu derlemeyi yapmaya karar verince eksiklerimi kapatmak adına sonunda izledim. Belki klişe olacak ama izlemek için gerçekten çok geç kalmışım. Rus yazar Nikolay Leskov’ın yazdığı öyküden uyarlanan film, insan doğasındaki saf kötülüğe odaklanan bir film. Para karşılığı kodaman bir ailenin vârisi ile evlendirilen genç bir kızın, zaman geçtikçe bazı dürtülerini bastıramayıp hayatını içinden çıkılmaz bir hale sürükleyişini anlatıyor.

Bu noktada, Shakespeare’nin Macbeth’inde tüm kötülüklerin anası olan Lady Macbeth’e oldukça benzeyen bir karakter. Tek fark Leskov’ûn karakterinin asla pişman olmayan bir yapıya sahip olması. İnsan doğasının karanlık yönlerine inmek ilginizi çekecekse mutlaka izlenmeli.

8- L’amant Double

Bu yıl 70. Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye için yarışan filmlerden biri olan L’amant Double François Ozon’un erotik gerilim sularına girdiği oldukça tehlikeli bir film. Geçen yıl çektiği Frantz filmiyle tüm hünerlerini gösteren François Ozon bu kez çok farklı bir renge bürünüp oldukça kışkırtıcı psikanalitik bir deneyim sunuyor.

Farklı omurgalara sahip olan film ilk başta hasta-doktor ilişkisiyle başlayıp daha sonra ana karakterin cinsel dürtülerini bastıramamasına yoğunlaşıyor. Filmin son noktada geldiği noktayı da düşünecek olursak oldukça kafa yakan bir film olduğunu söylemek mümkün. Cinsellik barındıran sahneleriyle kışkırtıcı bir gerilim izlemek isteyenlere birebir. 

7- Estiu 1993

Derlemede yer alan filmlerin birbirinden farklı ülkelerden olmasının kattığı canlılık da bir başka. Sıra geldi İspanya’dan bir filme. Estiu 1993, anne-babasını kaybetmiş ufak bir kız çocuğunun dayısı ve yengesiyle kurmaya çalıştığı yeni hayatını anlatan oldukça dokunaklı bir film. Fakat filmin en önemli artısı sırtını ajitasyona yaslamaması ve hem çocuğun hem de yeni ailesinin perspektifinden bakılabilmesi.

Estiu 1993 ile alakalı beni en çok etkileyen nokta ise filmin yönetmeni Carla Simon Pipó’nun aslında kendi hayatından bir kesiti sunmuş olması. İnsanı kırıp geçiren sonunu düşünecek olursak, hala hatıralarla yaşayan insanlara fazlasıyla dokunacak bir film. 

6- Last Flag Flying

Evet! Hollywood’un önemli yönetmenlerinden olan Richard Linklater’ın son filmi Last Flag Flying yılın kıyıda köşede kalmış büyük hazinelerinden biri. Film, Vietnam savaşında sahada olan üç eski askerin, savaş trajedilerini geride bırakmak adına kurdukları yeni hayatlarında tekrar bir araya gelmelerini konu alıyor. Fakat onları uzun yıllar sonra tekrar bir araya getiren şeyin gerçekten yürek burkan bir mesele olması filmin en acı yönlerinden biri. Sizi gülümseten sahnelerin içinde bile bir hüznün yatıyor olması hassas bir dengenin oluşmasına sebebiyet veriyor.

Sırf üstteki insanların isteği ile başlayan savaşlarda ölmenin içi boş bir durum olduğunu cesurca söylemekten kaçınmayan film, muhteşem oyunculuklarla üst düzey bir hale geliyor. Özellikle Bryan Cranston inanılmaz.

5- Brigsby Bear

Brigsby Bear’ın nasıl bir film olduğunu tarif etmek oldukça zor. Uzun zamandır böylesine sıcak duygular yaşatan, çocukça hislere ev sahipliği yapan bir film izlememiştim. İçindeki çocuğu asla kaybetmeyen insanların beğeneceği, kötülük dolu dünyadan uzak bir film. Yani filmde kötü rolde olduğu varsayılabilecek karakterler bile yumuşak kalpli ve oldukça sevecen. Tek amacı hayatı boyunca izlediği sözde televizyon programını tekrar uyarlamak olan bir karakterin bu süreçte yaşadıklarını anlatıyor film. Ama sanırım filmin içine girince bundan çok daha fazlasını vaadedebiliyor. Umarım size de bana dokunduğu gibi dokunur da çok seversiniz Brigsby Bear’ı.

4- My Happy Family

Sıradaki film ülkemize oldukça yakın bir coğrafyadan geliyor. Filmin geçtiği ülke olan Gürcistan hakkında filmden önce hiçbir bilgim olmasa da iki kültürün birbirine aslında çok benzediğini gördüm. Üç jenerasyonun bir arada yaşadığı bir ailenin ev sahipliği yaptığı film, bir kadının yaşadığı kültürden, normlardan ve özellikle ataerkil sisteme daha fazla katlanamamasını konu alıyor. Film bu noktada Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı eserini hatırlattı. Bir kadının, üstündeki tüm kültürel normları çıkardığında ortaya çıkacak olan özbenliğini,ve asıl var olma sebebini arayışını konu alıyor. Mesele bu olunca üç jenerasyonlu bu ailenin her ferdiyle yakın temas halinde oluyoruz ve yönetmen karakterleri anlayabilmemiz için empati yollarının kapılarını açıyor. Filmin tek sorunu büyük bir climax yani doruk noktası eksikliği olsa da gerçekten tadından yenmez bir film ortaya çıkmış.

3- Brawl in Cell Block 99

Geçen yıl çektiği Bone Tomahawk filmiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başaran S. Craig Zahler, yeni filmiyle gerçekten sınırları zorlayan bir işe imza atmış. Uyuşturucu kaçakçılığından hapishaneye giren bir adamın, ailesini korumak için yaptıklarını konu alan film, izlerken ara ara rahatsızlık veren sahneleriyle oldukça deli işi. Başlangıç itibariyle oldukça yavaş ilerlese de ilerleyen dakikalarında psikopat bir noktaya evrilmesi, rahatsızlık verdiği kadar ağızda iyi bir tat bırakıyor. Hapishane filmlerini seven bünyelerin es geçmemesi gereken, son zamanların en iyi hapishane filmi diyelim.

2- Beach Rats

Yıl boyunca LGBT filmi olarak Call Me By Your Name ve 120 Battements par Minute filmleri ön plana çıksa da asıl hazine kuşkusuz Beach Rats’di ve film ilginç bir şekilde geri planda kaldı. Babasını yeni kaybetmiş bir gencin kimlik arayışı gibi gözüken bir hikayesi olsa da filmin karanlık ve rahatsız edici bir yanı olduğu için türevlerinden tamamıyla ayrılıyor. CMBYN ne kadar iç açan bir atmosfere sahipse Beach Rats de o kadar boğucu bir film. Film boyunca kamera ana karakterimiz Frankie’ye yoğunlaşıyor ve ‘ben kimim’ sorunsalının içini doldurmaya çalışıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda fikir karmaşası yaşayan gencin olmak istediği ile olmak zorunda olduğu kişi arasında ezildiğini görüyoruz. Özellikle LGBT sineması adına es geçilmemesi gereken şahane bir film olduğunu belirtmekte fayda var.

1-Blade of the Immortal

Geldik zirveye! Zirvede bir manga uyarlaması olmasının verdiği gururu yaşadığımı söylemem gerek. Manga-anime işlerinden pek anlamasam da Blade of the Immortal adlı çizgi roman serisi hakkında bilgim vardı. Her karakteriyle yakın temas halinde olan serinin bu kadar iyi bir şekilde sinemaya uyarlanması beni çok mutlu etti.

Hikayeyi pek anlatmak istemiyorum. Eğer manga-anime tutkunuysanız ya da Uzak Doğu usulü oldukça kanlı ve absürd bir fantastikliği olan filmlere ilginiz varsa film hiç bitmesin istiyorsunuz. Çünkü derinlemesine olan karakter gelişimleri ve hikayenin ilgi çekici bir yanı olması filmin içine çekiyor sizi. Kuşkusuz yılın en olmuş, en underrated filmi.

Diğer Yazılar: Metin Kaçar
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir