Anarşik Bir Plaj Noir: Spring Breakers
Gummo, Julien Donkey-Boy ve Trash Humpers gibi filmlerin de yönetmeni olan Harmony Korine imzalı 2012 yapımı suç draması Spring Breakers, dört kız arkadaşın bahar tatiline odaklanıyor. ‘’Bahar tatili’,’ biz aşina olmasak da Amerikan kolejleri için her sene martta veya nisanda gerçekleşen bir haftalık tatil demek. Bu hafta, tatil beldelerinin kolejlilerle dolup taşması da demek. Korine, bu ritüeli ve gerçekleştiği mekanları kullanarak vahşi ve renkli bir film ortaya çıkarıyor. Filmi tek bir türün çatısı altına sokmak ise mümkün değil. Suç, dram ve coming of age birlikte görülüyor.
Filmin konusunu kabaca ve belki biraz spoiler ile hatırlatayım: Yatılı okulda kalan dört yakın arkadaş Faith, Candy, Brit ve Cotty maceraya ve hayata katılabilmek için tek fırsatları olarak gördükleri bahar tatillerini karşılayabilmek için bir restoranı soyar. Tatilde başları derde girince onları kurtaran kişi, kendilerinden kirli işler yapmalarını isteyen bir uyuşturucu ve silah tüccarı olur.
Spring Breakers, A24 filmleri içerisinde -bile- cesareti ile öne çıkıyor. Konusu değil biçimi itibariyle. Bu cesaretin de izleyiciyi bölme ve görece küçük bir kitle tarafından beğenilme gibi bedelleri oluyor tabii. Herkese göre olmayan filmlerin kaderi bunlar. Bu kaderi umursamayan yönetmenlerden birinin filmi Spring Breakers. Hemen her alanda olduğu gibi sinemada da herkese göre olmak ve olmaya çalışmak çok sıkıcı. Canı nasıl isterse, herhangi bir akıma, kurala uymak zorunluluğu olmadan, yapı bozmaktan, bir şeyler denemekten çekinmeyen bir rahatlık var filmde. Bu rahatlığı, ilk işi yönetmenlik olmayan, bu yolla para kazanmaya çalışmayan, ille de bir festivale girme derdi olmayan yönetmenlerde görüyoruz sık sık. Klip/reklam yönetmenleri, Kurosawa, Lynch ve hatta Tom Ford gibi başka alanlarda da estetik kaygılı üretim yapan yönetmenler de bunlara dahil aslında. Bu başına buyrukluğun sinemaya çok yakıştığını ve hatta sinemayı ‘’ilerlettiğini’’ düşünüyorum. Spring Breakers da biraz bu filmlerden. Korine ise bu bahsettiğim sinemasal özgürlüğünü kendi sinema anlayışından ve dogma akımı ile olan yakın ilişkisinden alıyor olmalı.
Bahsi geçen sinemasal özgürlüğü film özelinde açmak gerekiyor. Spring Breakers öncelikle bir ‘’kurgu -montaj- filmi’’. Bu şu demek: Filmin en çok öne çıkan ve belki en çok kafa patlatılan kısmı kurgu gibi görünüyor. Çok erken bir aşamada bu kurgu stiline karar verildiği çok açık. Kurgusal olarak filmin uymaya çalıştığı bir kural-kalıp yokmuş gibi görünüyor. Yani hem çok çalışılmış hem de bir o kadar salaş, samimi bir kurgusu var. Bu anlamda film çok özel bir yerde duruyor.
Filmi izlerken aniden filmin başına -ana katmandaki hikâyenin başına- gidebiliyoruz, aynı sahneyi üç kere izleyebiliyoruz, aynı diyalogu filmin başında da sonunda da duyabiliyoruz. Bunların hiçbiri rastgele değil. Çünkü hepsinin hissi bir amacı var. İzleyenin o sırada hissettikleri ve düşündükleri ile ilgili önemli kesmeler bunlar. Bildiğimiz flashback sahne görevi görmüyorlar. Amaçları izleyiciye bir şeyler hatırlatmak değil bilakis bazen unutturmak. İçinde olduğun andan ve duygudan kaçmak için bir araç oluyorlar. Benzer yollarla zorla bir şeyler hissettirmeye veya düşündürmeye çalışan filmlerin aksine izleyiciye saygı duyan bir film izliyoruz. İzleyici ile karakter ve anları eşleyerek onları birlikte yolculuk ettirmeye yönelik katmanlar yaratıyor bu yolla film. Bu geri dönüşler, ileri gidişler ve tekrarlar; karakterlerin bazen olmak istedikleri yerleri, bazen hatırladıkları anılarını, bazen aynı şeyleri hissettikleri başka anları, bazen korkularını, bazen de o ana dair geçmişten gelen motivasyonlarını somutlaştırıyor. Doğal olarak izleyicinin de benzer şeyleri hissedebilmesine ve hikâyenin içine girebilmesine yardımcı oluyor. Yani izleyiciye karışmadan, izleyiciyi anlayarak… His bu noktada en önemli kavram çünkü yönetmenin bizzat söylediği şey, filmin koca bir his olarak tasarlandığı, bir his gibi insanın içinden geçmesini istediği ve hatta bu nedenle diyalogları az tuttuğu. Yani bir müzik klibinin insanda yarattığı duygulara çok benzer duyguları amaçlamış. Filmle ilgili ‘’iki saatlik müzik klibi’’ yakıştırmaları da bu amaca ulaşıldığını doğruluyor. Bu bazen negatif bazense pozitif bir yakıştırma olarak kullanılıyor tabii. Yönetmen iki tepkinin de haklı olduğunu söylüyor ve bir film için düşünülenlerin doğrusunun veya yanlışının olmadığına inanıyor. Skrillex ve Britney Spears gibi popüler isimlerin filmin ruhuna uygun eserlerini de elini korkak alıştırmadan kullanıyor.
Filmin Florida Project, American Honey gibi son dönemin başarılı Amerikan indielerine benzeyen görsel dili ise dikkat çekici. Hatta bu filmlerin oldukça popüler ve görünür olmasında da bir payı olduğunu söyleyebiliriz Spring Breakers’ın. Her şey, kamera sanki o sırada orada olan birinin gözüymüş gibi doğal ve ince detaylı. Bu doğallığı da yine dogma akımının yönetmendeki etkilerinden biri olarak yorumlayabiliriz.
Filmin en önemli/asıl sahnesi, çözülme anı vs. gibi bir kısmından bahsetmek pek mümkün değil ancak bir müzik klibi gibi nakarat sahneleri olduğu söylenebilir. Ya da bir şiirin ayrı ve bazen tekrarlanan dizeleri. Bunlar da filmi eşit parçalardan oluşmuş bir bütün haline getiriyor. Bu nedenle yönetmenin bizatihi kendisi tarafından filme yapılan ’pop şiir’ yakıştırmasının nokta atışı olduğunu ve dolayısıyla filmin amacına ulaştığını düşünüyorum. Korine tüm bunları hiçbir kurala ve kalıba girmeden yapıyor. Hiçbir etik, ideoloji veya değer de umurunda değil. Spring Breakers, unutulmaz bir bahar tatili geçiren kızların filmi sadece. Aldırmazlığı ve vahşiliği ile de tamamen anarşik. Amaçladığı her şeyi gerçekleştirdiği için de başarılı. Filmi ayrıca bir ‘plaj noir’ olarak da adlandıran Korine, filmin hissini en kısa yoldan en doğru şekilde veren tanımlamayı bulmuşa benziyor. Kara filmlerin özünde somut olan dedektif hikayesinden feragat edip femme fatale’i, yeraltı dünyalarını, kara filmlerin doğuşuna da sebep olan karamsar atmosferi alıyor ve yanına plajı, yaz sıcağını ve rengarenk bikinileri ekliyor. Rengarenk bir kara film, neden olmasın?
Hikâyede bol bol vandallık ve çıplaklık varken başrollerde çok ünlü Disney yıldızları yer alıyor. Bu tezat tam da Korine’in amaçladığı şey. İster istemez yaratmış oldukları şeker pembesi temsilleri, izleyicide tam da oluşması istenen kavramsal şoka hizmet ediyor. Her türden suç, pornografi ve yanında Disney’in sevimli genç starları. Bu cast seçimi, filmin ‘Korine’in ilk mainstream filmi’ olarak anılmasının en büyük sebebi. Bu illüzyona kapılıp filmi yaş sınırına rağmen bir şekilde izleyebilen Disney fanları için haberler kötü olmalı. Filmin ilk yarım saatinden sonra karşımıza çıkan James Franco ise, canlandırdığı tekinsiz kriminal rapçi rolü ile dalgalı kariyerinin en iyi performanslarından birini gösteriyor hiç şüphesiz. Tüm bu riskli seçimlerinden olsa gerek, filmin underrated olduğunu düşünüyorum. Fakat tabii ki bunu bir filmin değerini belirleyen yegâne şey gösterecek; zaman.
Spring Breakers ilk bakışta bu oyuncu seçimleri, konusu ve afişi ile bağımsız film sevenlere hitap etmiyor gibi bir izlenim veriyor. Bu kitle içinde yönetmeni tanımayan/takip etmeyenler için keşfedilmesi zor bir film. Gişe filmi izlemek isteyenleri de çoğunlukla IMDb ve metascore puanları vazgeçiriyor olmalı. İzleyiciyi ve eleştirmenleri de aralarında uçurum olacak şekilde ikiye böldüğü için, bir tavsiyeye denk gelip izlemek her zamanki kadar kolay değil. Şahsen filmi aynı önyargılardan dolayı geç izlediğim için tavsiye etmeyi kendime borç bildim. İzlemeyenlerin filme bir şans vermesini şiddetle öneririm.
Not: Filmi Mubi Türkiye’de izleyebilirsiniz.