İranlı usta yönetmen Abbas Kiarostami, henüz sinemaya çok sayıda başyapıtını miras bırakmadan önce 1987 yılında çektiği Arkadaşımın Evi Nerede? filmiyle Locarno Uluslararası Film Festivali’nden “bronz leopar” ödülünü alarak uluslararası çapta iz bırakmanın ilk adımını atar. Bu film, daha sonra Köker Üçlemesi olarak adlandırılacak üçlemenin de -Yönetmen aynı görüşte olmasa da- ilk filmi. Film, İran’ın kuzeyinde bulunan Köker Köyü’nde küçük bir çocuk olan Ahmed’in sınıfında başlar. Öğretmen sırayla öğrencilerin ödevlerini kontrol eder, devamında ödev yapmanın önemini uzun uzun nutuk atarak anlatır. Bu sırada Ahmed’in sıra arkadaşı Muhammed Rıza, ödevini deftere yapmadığı için sert bir azar işitir. Okuldan sonra eve dönen Ahmed, çantasına baktığında Muhammed Rıza’nın defterini yanlışlıkla aldığını görür. Bu noktadan sonra, film boyunca Ahmed’in bitmez tükenmez koşuşturmasını izleriz. Önce annesine durumu açıklayan Ahmed, defteri komşu köyde oturan arkadaşı Muhammed Rıza’ya götürmesi gerektiğini defalarca anlatmaya çalışır ancak annesi her defasında bu talebi ya anlamaz ya da onu başından savmak için reddeder.
Fransız düşünür Louis Althusser din, eğitim, aile, hukuk, medya gibi kurumların devletin ideolojik aygıtları olduğunu belirtir. Bundan hareketle, bireyin doğumundan erginliğine kadar toplumsallaşması sürecinde en önemli güç aygıtlarının aile ve eğitim kurumları olduğunu söyleyebiliriz. Çocuğun yetiştirilmesi ve olgunlaşması sürecinde birey, bu vasıtalarla toplumsal normları öğrenir ve bu normları zamanla içselleştirir. Dolayısıyla bireyin davranışlarının, dünya görüşünün, değer yargılarının oluşmasında ve şekillenmesinde aile ve eğitim kurumlarının etkisi çok büyüktür. Birey, toplumsallaşma sürecinde öğrendiği toplumsal normlara uyduğu ölçüde toplumla sorun yaşamaz. Ancak bireyin eylem ve davranışlarının, toplumsal normlarla uyuşmadığı durumlarda toplum bireyi ötekileştirmeye başlar. Böylece bireyselleşme, yalnızlaşma ve bireysel özgürlükler için kapı aralanmış olur. Doğu toplumlarında, özelinde İran gibi baskı mekanizmasının güçlü bir şekilde çalıştığı devletlerde dış dünyaya açılma, bireyin kişisel istekleri, özgürlükleri, kendisine ait doğruları ve ona göre yaşam tarzının oluşması toplum tarafından çok fazla kabul görmez. Bunun ana sebebi, devletin ideolojik aygıtları ve bunun yanında baskı aygıtlarının iyi işlemesidir. Basit bir tabirle, ne kadar çok ortak doğru/yanlış varsa toplum o kadar rahat kontrol edilir.
Tekrar filme dönersek, küçük Ahmed, okulda sıra arkadaşının ödevini defterine yapmaması nedeniyle öğretmeninden gördüğü azardan ve kötü muameleden fazlasıyla etkilenir. Arkadaşına ait defterin yanlışlıkla kendi çantasında bulunması nedeniyle ertesi gün tekrar ödevini yapamayacak olan arkadaşının, okulda öğretmeni tarafından daha ağır bir cezaya maruz kalacağını bilir. Ahmed, bir yandan devletin ideolojik aygıtı olan eğitim kurumunun kendisine dayattığı korku, öbür yandan da annesinin izin vermemesi nedeniyle arkadaşına defterini götürememenin verdiği vicdani rahatsızlık arasında sıkışıp kalır. Neticede annesinin onu fırına göndermesini fırsat bilerek onun emrini çiğnemek zorunda kalır ve arkadaşının defterini alıp komşu köye doğru yola koyulur. Gittiği köyde arkadaşının evinin nerede olduğunu bilmediği için evi uzun bir süre arar, birilerine sorar, birilerinden yardım ister ancak bir türlü arkadaşının evini bulamaz. Akşam saatlerine kadarki bu çileli arayışı sonuçsuz kalınca evine dönmek zorunda kalır.
Filmin konusu basit gibi görünse de barındırdığı temalar çok anlamlıdır. Henüz 7-8 yaşındaki çocuklara ağır sorumluluklar ve taşıması güç vicdani yükümlülükler yüklenmiştir. Böylece çok erken yaşta küçük çocuklar, çocuk adam ve çocuk kadın olurlar. Bir nevi erken yaşta olgunlaşırlar ve hayata olabildiğince erken atılmış olurlar. İran’da eğitim sürecine ilişkin bu anlayış, uzun bir tarihsel sürece dayanır. Doğu toplumlarında her ne kadar modern kanunlarla çatışsa da, erginlik yaşına gelmeden yapılan erken yaşta evliliklerin kabul görmesinin bir sebebi de budur. Dinsel ve geleneksel olgular ile yazılı olmayan toplumsal normlar, modern yasaların öngördüğü kurallara göre daha çok kabul görür.
Okulda öğretmenin uzun süren azarlamalarından çok etkilenen küçük Ahmed’in korkuları, heyecanı, boyundan büyük vicdanı ve sadakati onun karakteri veya mizacından kaynaklanan bir durum değil kuşkusuz. Ahmed, bir çocuğun psikolojik olarak kaldırması güç yükümlülüklerin altından başarı ile kalkmak için mücadele vermeye çalışan, dar anlamda yaşadığı köy olan Köker’deki, geniş anlamda ise İran’daki herhangi bir çocuktur. O kültüre ve yetiştirilme politikasına maruz kalan bir çocuk temsilidir. Henüz anlama ve kavrama yetisine tam olarak sahip olamayan çocuklara sorumluluk duygusu ve vicdani yükümlülük yüklenerek, onların mikro düzeyde ebeveynlere, eğitmenlere, genel anlamda yaşça büyüklere; makro düzeyde ise iktidara, güce itaat etmeye zorlanması, dinsel ve geleneksel kurallarla bezeli bu toplumsal normlara bağlılığın içselleştirilmesinin sağlanması, söz konusu politikanın temel amacıdır. Bu bir yetiştirme tarzıdır. Ve kuşkusuz “ağaç yaşken eğilir” sözünün vücut bulmuş halidir.
Öyle ki küçük Ahmed’in dedesi, arkadaşı ile sohbeti sırasında çocukların yetiştirilme tarzına ilişkin diyaloğunda, çocukları topluma faydalı bir birey olarak yetiştirmek gerektiğini, bunun yolunun ise dayaktan geçtiğini, aksi halde toplumsal düzenin bozulacağını belirtir. Arkadaşı da dedenin her söylediğini başını sallayarak onaylar. Kamusal alandaki öğretmen de özel alandaki aile büyüğü de cezalandırmaya yönelik bir eğitimi iliklerine kadar benimsemiş vaziyettedir. Herkes rolünü çok güzel içselleştirerek oynamaktadır. Sadece bu diyalog bile, yukarıda değindiğim devletin ideolojik aygıtlarından okul ve aile kurumlarının, bireyin davranışlarının oluşması ve şekillenmesi sürecinde ne kadar etkin bir rol oynadığının önemli bir göstergesidir.
İdeolojik aygıtların başarılı bir şekilde işlemesinin yanında, aynı zamanda var olan toplumsal hegemonyanın devam etmesi için bir baskı/rıza politikasının da işlemeye devam ettiği filmde görülür. Bir yandan egemen ideolojinin yeniden üretilmesi için Ahmed’in ilgili kurumlardan gördüğü baskı söz konusudur, öbür taraftan aynı ideolojiyi sürdürmek için Ahmed’in gösterdiği rıza ve yoğun bir çaba vardır. Söz konusu rızanın bilinçli veya bilinçsiz bir rıza olmasının bir önemi yok. Tüm çabalarına rağmen arkadaşının evini bulamayan ve eve dönmek zorunda kalan Ahmed, gece geç saate kadar hem kendi ödevini hem de arkadaşının ödevini yapar. Sabah okula geç kalır ancak henüz ödev kontrol sırası arkadaşına gelmeden defteri arkadaşına verir. Ödevi kontrol edilen arkadaşı, öğretmenden aferini alır ve ikinci bir kötü muameleden kurtulmuş olur. Sonuç olarak Ahmed, eğitim konusunda egemen ideolojiye bağlı kalırken, arkadaşının zarar görmesini engellemek için ailenin hegemonyasına bir nevi başkaldırmıştır. Bir şekilde hakkaniyet, vicdan ve insani duygular galip gelmiştir.
Filmde çocuğun derdini anlatmak için hiçbir şekilde karşısında bir muhatap bulamayışı da yine içinde yaşanılan kültürün çocuğa bakış açısını çok güzel resmediyor. Ahmed, muhatap alınıp dinlenmediği için ne annesine ne dedesine ne de diğer yetişkinlere film boyunca derdini bir türlü anlatamıyor. Çocuğun muhatap alınmaması düşüncesi, ileride toplumun küçük bir aktörüne dönüşecek olan bireyin aslında tek başına bir hiç olduğunu henüz küçük yaşta bireylere aşılamakla ilgili olmalı. Başka bir değişle film, söz konusu kültürde çocuğun yetişkin bireyler için, bireyin ise toplum için tek başına pek bir anlam ifade etmediğini dile getirir. Bu düşüncenin başarıya ulaşması sonucunda da küçük Ahmedler büyüdüğünde kendi ebeveynlerine dönüşürler. Dünün saf çocukları, bugünün azılı sistem savunucuları olup çıkarlar. Filmin bu yaklaşıma getirdiği ince eleştiri bu nedenle önemli. Anlatım çocuğun gözünden, eleştiri de ince ve metaforik olmalı ki, ülkede tüm ihtişamı ile kol gezen sansür mekanizması devreye girmesin.
Kiarostami sinemasından alışkın olduğumuz zikzaklı yolların, doğallığın, sadeliğin, minimalliğin yine ön planda olduğu sıcacık ve samimi bir film Arkadaşımın Evi Nerede?. Küçük Ahmed, bu coğrafyada ve özellikle kırsal kesimde büyüyen çocuklardan herhangi biri. Çok tanıdık bir yüz. Filmin finalinde yüzümüzde oluşan tebessümün arkasında acı bir tadın belirmesi bundandır.
Son olarak Köker Üçlemesi’nin ikinci filmi Ve Yaşam Sürüyor’da 1990 İran Depremi sonrası bir baba-oğulun Köker köyüne ulaşma süreci; üçlemenin son filmi Zeytin Ağaçlarının Altında’da ise ikinci filmin çekim süreci ve çekimler sırasında filizlenen bir platonik aşk konu edinilir.