Memento’dan bu yana arkasına aldığı rüzgarla çektiği her filmde çıtayı yükseltmeyi başarabilen bir yönetmen Christopher Nolan. Filminin çıkacağı her yıl hayranlarında apayrı bir heyecan ve beklenti yaratabildiği aşikar. Filmografisine baktığımızda tüm bu beklentileri hak ettiğini söylemek mümkün çünkü her zaman daha da yükselen bir sineması var. Hal böyle olunca Dunkirk öncesi kendimizi şartsız koşulsuz bu heyecanın içinde bulduk.
Nolan sinemasına baktığımız zaman neredeyse her filminde karakterlerin zaman ile olan yarışını görmek mümkün. Zaman ile olan bu yarış müziklerin de etkisiyle izleyen için gergin bir atmosfer sağlıyor. Aynı şeyleri Dunkirk için de söyleyebiliriz. Fakat Dunkirk’ün diğer Nolan filmlerine olan benzerliği sadece bundan ibaret. Ve açıkçası diğer filmlerine benzerliği azaldıkça Nolan etkisi de o kadar zayıflamış.
Dunkirk’ün başlamasıyla kendimizi bir savaş bataklığında buluyoruz. Ekranda görünen tedirgin askerler gibi biz de olacakları gergin bir şekilde bekliyoruz. Bu gergin bekleyişin filmin her anına sindiğini söylemek mümkün. Zaten tarihsel olarak baktığımız zaman da bu bir kurtarma harekatı, yani beklemek elden gelen tek şey. Bu bekleyişte kamera bazı yüzler gösteriyor bizlere ve bu yüzler aracılığıyla savaşa anbean tanıklık ediyoruz. Nolan’ın diğer filmlerinden farklı olarak olaylara tanıklık etmemizde yardımcı olan hiçbir yüzün bir karakter olarak ismini tam olarak bilmiyoruz. Bu yönüyle diğer filmlerinin aksine karakterleri derinlemesine incelemek mümkün olmuyor. Almanlar için durum biraz daha farklı çünkü filmde Almanlar yok. Filmde bir düşman var, belki bir canavar. Fakat gölgeler ardındaki bir canavar bu. Almanlar hiçbir zaman kameraya yansımıyor. Filmin belki de en ilgi çekici yanı bu. Çünkü düşmanın yüzünü dahi görmeden film boyunca ondan kaçıyor, korkuyor ve tıpkı askerler gibi gergin bir şekilde yaşananları gözlüyoruz. Düşmanı bir an bile göstermeden böyle bir korkuyu hissettirebilmek kolay olmasa gerek. Bunda saatli bomba etkisi yaratan müziklerin de etkisi büyük. Bir savaş filmiyle oluşturması kolay olabilecek bir ajitasyon havası yaratmak yerine bir an bile dinmeyen gerilim dolu anlar yaşıyoruz müziklerin sayesinde.
Dunkirk’te bir düşman olmadığı gibi linear yani belli bir sıraya göre giden bir olay zinciri de yok. Film boyunca tüm yaşananları üç farklı bakış açısı ile görüyoruz. İlk etapta, tahliye için çaresizce bekleyen askerleri, diğer bir kolda Dunkirk taraflarına gidip askerlere yardım etmek isteyen bir denizciyi ve son olarak da havada çetin mücadeleler veren İngiliz pilotlarını görüyoruz. Birbirinden farklı üç bakış açısı, aynı öykünün farklı kısımlarını anlatırcasına bir paralellik sağlıyor. Fakat böyle bir savaş filminde non-linear bir anlatım denemek ne kadar doğru tartışmak gerekir. Hikayenin zaten bir derinliği yokken ve cılızken böylesi tekniklerle işin gramajını yükseltmek sadece gerçekleri örtmek sanırım. Çünkü gerçek şu ki Dunkirk öyle mükemmel bir senaryoya sahip değil. Ne akılda kalıcı bir diyalog ne de radara takılan bir karakter var. Elinde iyi bir hikaye olmayan Nolan’da soluğu gerçekten iyi kullanabildiği tekniklerinde almış. Ama bu kez kendini çok fazla ele vermiş.
Dunkirk’ün en rahatsız edici taraflarından biri de tabii ki taraf tutuyor olması. Evet Alman’ları hiç göstermiyor, vahşiliklerini kameraya yansıtmıyor olabilir ama İngilizleri yüceltmekten de geri kalmamış. Savaşı ve kirli yanlarını göstermekten çok bir tarafı haklı göstermeye odaklanmış. Bu da filmi tarafsız olmaktan çıkarmış. Nasıl olsa tüm dünyaya barışı getirmiş ve getirecek olan İngilizler değil mi?
Genel anlamda baktığımız zaman Dunkirk gerçekten iyi bir film. Nolan’ın iyi filmlerinden biri olarak konuşulmalı her zaman. Ama diğerleri kadar iyi değil kesinlikle. Mesele en iyi Nolan filmini izlemeye gitmek değil de iyi bir Nolan filmi görmekse hazır vizyondayken koşup hemen izleyin.