Uyuşturucu ve Futbol: Sicario
Futbol herkes için farklı anlamlarla gelmektedir; bazıları için sportif bir faaliyet, eğlence aracı veya “boşa harcanan zaman” iken kimileri için de bataklıktan çıkış yoludur. Hemen hemen herkesi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen futbolun Güney Amerika’nın namlı kartelleri için anlamı çok daha büyüktür: Büyük kitlelerin desteğini almayı sağlayan bir propaganda aracı ve “yasallaşma”ya giden yol. FBI ajanlarının bir eve düzenlediği baskınla açılan ve küçük çocukların top oynadığı bir futbol sahasında nihayete eren Denis Villeneuve’ün Sicario filmi de futbol ve uyuşturucu arasındaki “kirli ilişki” üzerine söylediği sözlerle dikkat çeken bir eser.
Yazının bundan sonraki kısmı film hakkında spoiler içermektedir.
Sicario, iç içe geçmiş ve yer yer birbirlerini kapsayan üç farklı hikâye üzerine anlatısını kuran bir film: Açılışta karşımıza çıkan ve giriş bölümünün merkezi olan FBI ajanı Kate Macer’ın (Emily Blunt) hikâyesi, gelişme bölümünün ortalarından itibaren filmin odağı haline gelen ve filme ismini veren tetikçi Alejandro’nun (Benicio Del Toro) hikâyesi, diğer iki hikâyeyle doğrudan bir bağı olmamasına rağmen ara ara karşımıza çıkan ve bütün filmi kapsayan daha üst bir anlam örgüsünün temeli olduğunu “ancak” final karesinde idrak edebildiğimiz Meksikalı polis memuru Silvio’nun (Maximilliano Hernandez) hikâyesi. Asıl üzerinde duracağımız, filmin 120 dakikalık süresinin sadece 10 dakikasını kullanmasına rağmen bütün hikâyeyi farklı bir düzleme çıkartan Silvio ile oğlunun hikâyesi olacak.
Silvio, filmlerden aşina olduğumuz tipik bir Meksika polisidir; boğazına kadar pisliğe batmış, uyuşturucu kartellerinin mal sevkiyatının güvenliğini sağlamayı asli görev kabul etmiş bir polis profiline sahiptir. ”Tipik Amerikancı bakış açısıyla ele alınmış” hissiyatını oluşturan bu karakterin perde ağırlığı arttıkça bu algı değişir; girdiği bataklığın ve muhtemel sonunun bilincinde olan Silvio’nun tek amacı, bütün yorgunluğuna ve sıkıntılarına rağmen isteklerini hiçbir şekilde geri çevirmediği oğlunun “güvenli” ve “temiz” bir yaşam sürmesidir. Bir polis memuru olmasına rağmen oğlunun elini silaha sürmesine asla izin vermez, elinde silah olanın hangi tarafa hizmet ederse etsin çizginin ötesinde olacağının bilincinde olduğundan oğluna tek çıkış yolunu gösterir: Futbol. Coğrafi açıdan Kuzey’de olmasına rağmen Güney’e daha çok benzeyen Meksika için futbol, silahların gölgesinden kaçış biletidir; tıpkı futbolun karteller için insanları silahların gölgesine toplama aracı olması gibi.
Burada karteller ile futbol arasındaki ilişkiye bir parantez açmak lazım. Filmde Alejandro’nun hesabına çalıştığını sonradan öğrendiğimiz Medellin Karteli, futbolu para aklama ve propaganda aracı olarak kullanmaya başlayan öncü kartellerdendir. Escobar’ın zirvede olduğu 80’li yıllarda Kolombiya’nın Medellin şehrinin yeşil ve kırmızı yakasını oluşturan Nacional ile Indepentiente Medellin takımları, Medellin Karteli’nin sponsorluğunda faaliyet gösteren kulüpler halini almıştır. Escobar’ın ve Medellin Karteli’nin para akıttığı bu kulüpler, özellikle de Nacional, Güney Amerika’nın en önemli futbolcularını bünyesine toplayarak ülkenin ve kıtanın en büyük kulüpleri haline gelirler. 1989 yılında Nacional’in Libertadores şampiyonluğuna ulaşmasıyla zirve yapan bu durum, Medellin şehrinde ve ülke genelinde kartellere sempatiyle yaklaşılmasına ve geniş halk kitlelerinin bu kartellere destek vermesine neden olmuştur. Escobar’ın ve Medellin kartelinin futbolu başarıyla “kullanması”, başta Cali Karteli ve Depotivo Cali olmak üzere, uyuşturucu ticaretiyle uğraşan oluşumların futbol takımlarıyla işbirliğine gitmesinin yolunu açmıştır. Sicario filminde seçilen kartelin Medellin olması bir tesadüf değildir; Silvio’nun hikâyesinde yer alan futbol vurgusu ve final karesinde çatışma seslerinin altında, aralarında Silvio’nun oğlunun da bulunduğu idman yapan çocukların yer alması, futbol ile karteller arasındaki organik ve çift yönlü ilişkinin tezahürüdür. Güney Amerika için futbol hem kaçış hem de kapandaki peynirdir.
Sicario, mesaj yönü oldukça kuvvetli metni, Roger Deakins’in gece görüş dürbünleri ve termal kameralarla doğrudan aktardığı unutulmaz tünel sahnesiyle taçlandırdığı görüntü yönetimi, Benicio Del Toro’nun incelikli oyunculuğu ve iliklerimizde hissettiğimiz gerilim duygusuyla dikkat çeken bir eser. Bu başarılarının yanında senaryo matematiğindeki aksamalar, gelişme bölümünün giriş ve sonuca göre temposuz olmasından doğan sorunlar olmasa çok daha iyi bir film olabilirmiş. Üst yapı olarak Enemy ve Prisoners’e, alt metin olarak Polytechnique ve Incendies’e yakın olan Sicario’nun Denis Villeneuve filmografisinde nasıl bir yer edineceğini ise zaman gösterecek.